Sevgili 20’likler ve 20’lik kalanlar,
Nasılsınız? Tam yatmadan önce bir şey düşünür, ‘neyse bunu sabaha hatırlarım,’ der ve not almazsınız, sonra da unutursunuz ya… Aynen öyle bir şey yaşıyorum. Gözlerimi kapatmadan önce bu giriş için inanılmaz iyi bir fikrim vardı ama not almadım ve unuttum. İnanılmaz güzel bir şey yapmışım gibi davranırsanız sevinirim, teşekkür ederim.
Neyse biz not almadan hatırlamayı başardıklarımla devam edelim. Müzik ile ilgili iki şey paylaşmak istiyorum:
Eskiden heyecanla izlediğimiz, artık özlemle izlemediğimiz ( izleyen kaldı mı?) Eurovision vakti gelmiş. Özellikle verdikleri politik kararlar nedeniyle bu yarışma pek de umrumda değil AMA tam 21 yıl önce bize birinciliğin mutluluğunu tattıran Sertab Erener bu akşam tekrar Every Way That I Can’i söyleyecek. Canlı yayın 21:00’da Eurovision Youtube kanalında başlıyor, oradan izleyip 2003’lerin Türkiye’sine nostalji duyabilirsiniz.
Politik kararlar demişken, Macklemore durup durup yine güzel bir protesto şarkısı ile sosyal medyayı salladı. Müzik sektöründe (özellikle Amerika’da) kimsenin Filistin’de olanlarla ilgili bir şey söylememesine tepki gösteren rapçi, kanıtlarla ve araştırmalarla dolu, Hind’s Hall adında bir şarkı yayımladı. Hem Amerika’nın birçok kampüsünde okul avlularında protesto amaçlı kamp yapan öğrencilere verilen tepkilerden, hem de Gazze’de olanlardan bahsediyor.
“Eğer okul avlusunu çadırları ile işgal eden çocuklar gerçekten yasal değilse ve polis çağırmak için bir nedense, soykırım sizin suç tanımınızda nerede konumlanıyor?” diye soruyor.
Bu hafta nelerimiz var?
Frontal korteksimizin, yani bilinçli düşünmeden sorumlu olan beyin bölgemizin, 25 yaşında olgunlaştığını gösteren araştırmalar bulunmakta. Tabii bu bir genelleme… Ben 25’ini çoktan geçmiş, (bırakın olgunlaşmayı) frontal korteksinin var olup olmadığından emin olmadığım birçok insanla tanıştım, eminim siz de tanışmışsınızdır. Unutmayın sevgili okurlar, böyle biri ile tanışmadıysanız, frontal korteksi gelişmemiş kişi sizsiniz demek oluyor kdfjsdhckdnf. Şaka şaka… Her şey kendi vaktinde olur…
Neyse… Yaş 25. 20’lerimizin yarısı eder. Ben 25’ime girmeden önce gergin, girdiğimde ise inanılmaz rahatlamıştım. Birçok şey yerine oturdu gibi hissetmiştim. O hissim 1 (bir ve sadece bir) gün içinde kendini kaosa bıraktı … AMA yine de kendimi çok daha oturmuş ve özgür hissetmiştim. Bu his her geçen gün biraz daha artıyor. Yazarlarımız da bu yaş odağında yazılar ile bizlerle!
🎱Kardelen, “Kriz Çanları, 25+ Çağları,” yazısı ile gelen çeyrek asır krizi perilerinden bahsetti.
🪲 Günseli, 25 yaşına basmadan tamamlamak istedikleri üzerine yazdı.
Şimdiden ya da geçmiş 25. yaşınız kutlu olsun!
<3 Yasmin <3
🚨BAŞLAMADAN BİR DUYURU 🚨
20’liğin ilk basılı dergisi haftaya hazır! Evet doğru duydunuz. Haftaya bültende satın alabileceğiniz ön sipariş linkini paylaşacağım <3 Desteğiniz ve geri dönüşleriniz için çok heyecanlıyız.
Küçük dürüst bir not:
Bağımsız olarak çıkardığımız bu ilk sayıda, fiyatları olabildiğince düşük tutmaya çalıştık, kar kesinlikle etmiyoruz, neredeyse zarar ediyoruz diyebilirim 😎. Bir sonraki sayılarda daha farklı yöntemlerle fiyatları düşürmeye çalışacağım, söz, ama ilkini bağımsız ve kendi kendimize yapabilmek istedim.
🎬 Video: Can Ekinci ve Studio Industry Dreams
🍿Prop: Vesile Türkmen
🌟Kreatif birey: Yağmur Genç
📹Video asistanı: Kaan Ekmekçi
🏠Stüdyo desteği: Studio These Days
🌞 Alıp Başını Gidenlerimiz: Elif Murteza, Berk Kır, Ece Ağırtmış, Ayşe Burçak Tuğrul, Sinan Kutluay, Mert Avcı
Kriz Çanları, 25+ Çağları
“Yaş geçişlerinin kendine has mücadelesi, kişiden kişiye farklılık gösterse de ortak sorunlar etrafında birleştiriyor hepimizi.”
Yazı:
Üniversiteye ilk başladığım zamanlarda iki günlük bir müzik festivalinde çalışmıştım. Ünlü olmaya yeni başlayan gruplar ve şarkıcılarla dolu iki gün boyunca 20’li yaşlarında, farklı sosyo-kültürel yapıya ve çeşit çeşit hayat gailesine sahip, farklı bölümlerde okuyan birçok insanla tanışma fırsatı bulmuştum. Kimi mesleğini değiştirmek istiyor, kimi şarkılarının tutmasını diliyor, kimi yurt dışına taşınma planı yapıyordu…
Ben ise henüz 18 yaşında, hazırlık okuyan biri olarak yapacağım mesleğin gerekliliği olan derslere bile başlamamış ve ileri yaşlarda olmanın nasıl birşey olduğunu tahayyül etme gereği duymamıştım. Fakat festivalde tanıştığım Boğaziçi Felsefe bölümünde okuyan birinin cümleleri aklımda yer etmişti. Halihazırda uzattığı okulundan, “hayata atılmanın” 25 yaşından sonra gerçekleşmesinden ve üzerine düşünülmesi gereken bir mesele olduğundan bahsediyordu. Nitekim o konuşmadan sonra 25 yaş, benim için bir psikolojik eşik olmuştu. Bir anda düzenli bir hayata geçeceğim ve sorgulamaları bırakacağım bir hayat düşünüyordum. Fakat realitede durum farklı ilerledi; Türkiye’nin sosyolojik, politik ve ekonomik sorunları ile beraber bu yaşın getirdiği psikolojik sorunlar karşımdaydı. Konuyla ilgili çevremdeki insanlarla konuşmaya başladığımda ise fark ettiğim, birçok insanın 25 yaş krizi yaşaması doğrultusundaydı.
Psikoloji literatürüne “quarter life crisis/çeyrek asır krizi” olarak giren 25 yaş, bireylerde oldukça çeşitli şekillerde kendini gösteriyor. Ne çocuk, ne ergen, ne de tam yetişkin kabul edilen 25 yaş, bireylerin kimlik karmaşası yaşamasına sebep olabiliyor. 25 yaş öncesi ve sonrası keskin bir ayrımmış gibi hayatımızda yer ediniyor. The Guardian’da yayımlanan bir makale; 20’li yaşların ortalarından 30’lu yaşların başlarına kadar insanların iş, işsizlik, ilişkiler konusunda kaygılı ve kendilerini kapana kısılmış gibi hissettiğini gösteriyor. Kolay değil; öz yıkımı büyük büyük yaşıyor, kaygılarımızla baş etmekte zorlanıyor, güvensizliklerimizi hissettirmemeye çalışıyoruz.
Diğer yandan da gerçek dünyaya adım atmanın getirdiği depresyon, yalnızlık hissi, hayal kırıklıkları bu dönemi tanımlamak için kullanılıyor. The Boston Globe’un yazarlarından Meredith Goldstein, 25 yaş krizini “gerçek dünyaya” giriş olarak tanımlıyor. Okul döneminin bitmesi, yaz tatillerinin on gün ile sınırlı kalması, maddiyatın ön plana çıkması, aile evinden ayrılma ve verilen kararların geleceği şekillendirmesi üzerinden bir gerçek dünya tanımı oluşturuyor.
Söyleminde haklılık payı bulduğum 27 yaşında, siyasi danışman olarak çalışan V, 25 yaş sonrasının sosyal değişimlerinden bahsediyor.
“Kişiliğim değiştiği için çevrem değişti, aynı kişilerle takılmamaya başladım. Ayrıca önceden bana harçlık veren insanlar şimdi benden para beklemeye başladı, sorumluluklarım arttı,”dedi.
28 yaşında, sosyal medyacı C, “Kredi kartında genç kart kullanım sürem bittiği için bankaların peş peşe araması, abonmanın bir anda iki katına çıkması ve hesapların bozulması yüzüme yüzüme vuruldu.” diyerek finansal düzeninin değişmesine değindi.
26 yaşında veri analisti K, “Akrabalarla zaman geçirmek tuhaf bir şekilde hoşuma gitmeye başladı, yeni bir karakterim oluşuyor gibi hissediyorum.” diyerek akraba kavramına yönelik tartışmaları başlatıyor.
Kendi kafamın içinde döne döne sorguladığım sorular ise şu an 30 yaşında ve yüksek lisansını yeni bitirmiş M’nin cümlelerinde hayat buluyor: “25’ten sonra çok büyüdüm hissi ile beraber ‘acaba ben de işe yarar bir şey yapabilecek miyim, yapıyor muyum’ diye bir telaş sarmaya başlamıştı. Gerçeklerle yüzleştiğim, zihnen çok uçamadığım bir süreç oldu,” dedi.
Psikolojik değişimlerin yanı sıra 25 yaşından sonra fizyolojik sorunlar da alttan alta kendini görünür kılıyor. Bu durumu 27 yaşındaki iç mimar C, şu şekilde açıklıyor: “Diz sıvılarımda azalma olmuş, zaten benim yaşlarımda herkeste görülebilirmiş.” diye anlattı.
Yaş geçişlerinin kendine has mücadelesi, kişiden kişiye farklılık gösterse de ortak sorunlar etrafında birleştiriyor hepimizi. 20’li yaşlarımın başında okuduğum kitaplara, seyrettiğim oyunlara heyecanlanıp yaşadığım en ufak olayı bile arkadaşlarıma yetmiş iki defa anlatırdım. Hepimiz için, heyecanı ve bir şeyleri oldurabilme umudunu yanlarına artı eklenmiş herhangi bir yaşa taşıyabilmeyi diliyorum.
Sen de Haklısın Ağustos Böceği
Bu masal bize yanlış mı anlatıldı?
Yazı:
Dokunmayın bana, çok telaşlıyım. 18 gün 16 saat 4 dakika 7 saniye içinde tamamlamam gereken üç madde var ve ben henüz sadece bir tanesini tamamladım. Sürekli bir şeyleri oldurmak, yola koymak için çabalıyorum ama iğne ucu kadar yol alabilmiş değilim.
Neden 18 gün içinde tamamlamam gereken şeyler var?
Tek tek anlatacağım. Telaşımı mazur görün, hızlı bir giriş yapmışım… Bahsi geçen 18 gün 25 yaşıma girmeme kalan gün sayısını, tamamlamam gereken maddeler ise ‘25 olmadan önce yapmalıyım,’ diyerek belirlediğim üç maddeyi temsil ediyor.
Maddelerden detaylı bahsetmek istemiyorum ama üçünün de tatlı tatlı tamamlanabilecek maddeler olduğuna ben kefilim. Daha doğrusu bu maddeleri belirlerken öyle olmasını ummuştum. Tatlı tatlı tamamlarım ve bu tamamlamış olma halinin getirdiği serotonin hormonunun etkisi ile pastamın mumlarını üflerim diye düşünmüştüm. Böyle anlatınca bu yazı için yaklaşık bir ay önce söylediğim ilk cümleler aklıma geldi: “Mayıs bana tatlı telaşların ayı gibi geliyor, sanki hepimiz son kontrolleri yapıp tatile çıkmak için gün sayıyoruz. O yüzden ben tatlı telaş konusuna odaklanmak istiyorum.” Şahane! Yola tatlı telaş yazısı için çıkıp, tatlı kısmını köşede bırakıp, telaşla baş başa kalmışım. Özetle; üç madde ile yaşadıklarım burada da benzerlik göstermiş.
Somutlaştırmak gerekirse, sanki 18 gün sonra beni bekleyen bir vapur var ve ben o vapurun geleceğini çok önceden biliyordum. Bu bilme hali ile bir bavul hazırlamaya başladım ve bavulda mutlaka olsun dediğim, halihazırda elimde olmayan şeylerin listesini çıkardım. Bu elimde olmayan şeyleri toparlamak için de bir hayli zamanım vardı. Ama ben bir türlü gerekli toparlamaları yapamadım ve sadece onlara odaklanmaktan bavula koyabileceğim hazır şeyleri bir kenara bıraktım. Onlarla yola devam edebilecek olduğumu hiç düşünmedim. Hal böyle olunca insan “İyi güzel hoş da, sen bu zamana kadar ne yaptın? Ağustos böceği misin? Madem biliyordun her şeyi, nasıl bu noktaya geldin?” demeden edemiyor. Yani en azından ben kendime diyorum.
İnanın ki boş durmadım, günümü gün etmedim. Çok çabaladım, hatta gereğinden çok çabaladım. Belki de asıl sorun buydu. Zevk alarak tamamlayabileceğim şeyleri kendim için zorlaştırdım. Basit bir toplama işlemini iki bilinmeyenli denkleme dönüştürdüm. Karınca olmaya o kadar çok odaklandım ki, ara sıra ağustos böceği olabileceğim hiç aklıma gelmedi. Üstelik sadece bu durum özelinde de değil. 24 yıllık hayatımın hatırladığım her anında karınca olmalıyım düşüncesi ile hareket ettim. Bir şeye başladıktan sonra azıcık durup soluklanma, minik bir mola alma hakkını bulmadım kendimde.
Şimdi dönüp baktığımda, masalın bize yanlış anlatıldığını düşünüyorum. Aslında ağustos böceği tembel değildi, karınca da anlatıldığı gibi doğru yapmıyordu her şeyi. Masal boyunca iki karakter bize o kadar kutuplaştırılarak anlatıldı ki, birçok şeyde olduğu gibi burada da hemen bir taraf seçtik ve acaba birlikte nasıl olurlardı diye hiç düşünmedik. O yüzden gelin, bu masala yeniden bakalım: Ağustos böceği, sevdiği tutku duyduğu şeyi yapıp aynı zamanda köy halkına neşe saçıyordu. Karınca ise her gün aynı yolu kan ter içinde gidip geliyordu. Masal boyunca ne yolunu değiştirdi ne de iki sohbet etti. Oysa ağustos böceği ara sıra karıncaya yardım etse, karınca da ağustos böceğinin müziklerinde ara sıra dinlense birbirlerinin zayıf yönlerine odaklanmak yerine güçlü yönlerine odaklansalar ve güç birliği yapsalar belki de çok başka bir kış geçirebilirlerdi.
Kapıldığımız telaşların her nasıl olursa olsun geçici, asıl yolun çok daha uzun olduğunu ve hayatın zıtlıkların doğru dengede birleşmesi ile daha anlamlı olduğunu duyanlar duymayanlara anlatsın. 🧀
Bu vesileyle 25 olmama 18 gün 13 saat 40 dakika 31 saniye kala tamamlamam gereken maddelerin %66.7’si hala tamamlanmamışken, “Ağustos Böceği ve Karınca” masalını okuduğumu da farkında olmadan kayıtlara geçirmiş oldum. Neyse ki bunu gururla söyleyebilecek kadar umutlu, tatlı telaşları olan, ‘bir gün olacak’ diyebilen biriyim. Demek ki bazı masalları tekrar okumak, bu sefer kendin okumak gerekiyormuş. Bu yazı böyle de biter ama bence söz konusu telaş olunca Ahmet Hamdi Tanpınar’la bitirmek daha doğru olur.
Ne içindeyim zamanın,
Ne de büsbütün dışında;
Yekpare, geniş bir anın
Parçalanmaz akışında.
- Ahmet Hamdi Tanpınar
🧠 Bu hafta, 25 yaş odağında yazılarımız vardı.
📌Haftaya değişim konularına odaklanıyoruz. Bilirsiniz, bizim yaşların gündemi…
💌Çevrimiçi rakı soframız olan 20'liğin Instagram hesabını buradan takip edebilirsiniz. Artık TikTok’umuz da var, bekleriz.
💬Bu sayımızla ilgili yorumlarınızı, düşüncelerinizi bekliyoruz! Aşağıda buluşalım.
✨ O zaman haftaya aynı saatte diyelim mi? ✨
Şerefe!
💕 Yasmin 💕
Keşke bir ssüüürrrrüü kalp atabilsem bu yazıya. Daha dün aklımdan, kalbimden, hücrelerimden geçen tüm kelimeleri kendi kendime ve kendime okudum. Fark ettim ki ben "quarter life crisis" içerisindeyim :D bir gülüyorum, bir ağlıyorum. Neyle başa çıktığımın farkında olmadan çözüm üretmeye çalışıyorum. Önümü o kadar göremiyorum ki bugün, yarın ne yapacağımı bile kestiremiyorum. İşte içinde bilmediğim bir sürü hayvanın olduğu okyanus ve korkak ben benzetmesi. 22 Mayıs'ta 26 olacağım. Ne bu böyle sayısal olarak mı büyüyorum diye düşünürken büyüyor muyum yoksa küçülüyor muyum diye de sorguluyorum. Neyse işte o kadar yoğun duygular içerisindeyim ki! Sevgili Yasmin, Kardelen ve Günseli, teşekkürler. Dergiyi heyecanla bekliyorum 🌹
Yine geldim, bu sefer bir şarkıyla. Yazıyı okuduktan sonra en sevdiğim şarkıyı dinlemeye gittim ve okuyucuların da mutlaka duyması, dinlemesi, kulak vermesi, sonsuz kere dinleyerek bu şarkının notaları ve sözleri içinde boğularak bir kez daha 20'lik olduklarını hissetmeleri ve geçmişin bir daha asla geri gelmeyeceğini, artık sadece bir anıdan oluştuğunun farkına varmaları-özellikle benim- gerektiğini düşündüm. Bu sözde "farkındalık" ne işe yarayacaksa artık...
https://open.spotify.com/intl-tr/track/40ABtf917Ghhi2tkQDNOdn?si=70fb563e3cb045d6
İşte bu şarkı tam bir 20'lik şarkısı. Benden tüümm 20'liklere gelsin. 🌹