İstanbul Sözleşmesi 10 yaşında. Bu özel doğumgününü kutlamak için de Uçan Süpürge Vakfı Proje Koordinatörü Ceren Kurt ile sohbet ettim. Ceren ile ilk tanışmam Ashoka Türkiye Sosyal Girişimcilik Günü’nde gerçekleştirdikleri Kuşaklararası Kadın Örgütlenmesi oturumunda oldu. Tanışmam diyorum ama Zoom ekranından Ceren’i hayran hayran izliyordum. O benim varlığımdan haberdar değildi.
Uçan Süpürge Vakfı, kadın kuruluşları ile diğer sivil toplum kuruluşları arasında iletişimin güçlenmesini sağlayan, toplumsal cinsiyet eşitliğinin hayatın her alanında sağlanması için çalışan bir vakıf. Misyonları, kadınların güçlenmesine yönelik feminist düşünce, eylem ve politikaların yaygınlaştırılması için çalışmak ve bu alanın bilgi birikimini, araştırmalar ile zenginleştirmek.
Vakıf 1996 yılında kuruldu. Ceren de aynı yıl doğdu. Yollarının kesişmesi belki ilahi müdahale belki de şans oldu ama Ceren’den kendisini tanıtmasını istediğimde, bana 25 yaşında olduğunu söyledikten sonra hemen vakfın yaptığı şeylerden gözleri parlayarak bahsetmeye başladı.
“Gerçekten hem kendi hayat hikayemle birleşen hem de gururla, onurla içerisinde olduğum bir şey,” dedi.
Ceren, Adana’da mühendis bir baba ve öğretmen bir annenin ikinci çocuğu — abisi de avukat. Büyürken ilk cinsiyet ayrımını fark ettiği anlardan birinin kahve kültürü ile ilgili olduğundan bahsetti. Bana kitaplığının altındaki kutu oyunlarını göstererek “oyun delisi” bir insan olduğunu söyledi. 4-5 yaşında okumayı öğrenmiş, 3 yaşlarında da yüzleri, binleri sayıp hesaplayabiliyormuş. (Hala toplama işlemlerini parmaklarıyla hesaplayan biri olduğum için kendimden utandım ama neyse). Bu nedenle Ceren’le özellikle yazlıklarında hep Okey oynarlarmış.
“O kadar seviyorum ki oynamayı, herkese ‘ben bir an evvel emekli olup kahveye gitmek istiyorum’ derdim.” dedi.
Sonra kahveye gitmenin bir erkek kültürü olduğunu öğrenip, sinirlenmiş. Bu sinir ile de büyüyünce Adana’nın ilk kadınlar kahvesini kurma kararını almış.
“Oradaki dile getiriş farklı ama özünde şey yatıyor: oyun oynamayı seven bir kadınım ama benim o oyun oynanan yerlere girme hakkım yok çünkü kadınım. Oyun oynamanın bile cinsiyetleştirildiği, benim de oyunların sadece orada oynanabileceğini düşündüğüm bir kafayla örülmüşüm küçükken. Yoksa neden emekli olup kahvehaneye gitmek isteyeyim 4-5 yaşında,” dedi.
Vakıfla tanışması Adana’da liseyi bitirip istemeye istemeye hukuk okumaya Ankara’ya gelmesi ile oluyor. O dönemde sosyoloji, psikoloji, felsefe alanlarına ilgi duysa da, ailesinin ‘güzel bölüme gitti evladım’ diyebilmesi için ders çalışıp hukuka girmiş.
“Bizim okul altı sütunlu sıkıncı bir bina. O altı sütunun karşısında ilk geldim ve bakıp o an ‘ee şimdi ben ne yapacağım’ dedim. ‘Aaa acaba beni neler bekliyor’ değil,” diyerek ilk bakışta burada olmaması gerektiğini anladığını söyledi.
Hukuk eğitiminde ilk sene sosyolojik bir yaklaşım olduğundan, daha ilgi çekici bulduğunu ama kurama girince zevk almamaya başladığını paylaştı. Hukuka ve avukatlara yaklaşımın tamamen görüntüye ve para pula dayalı olduğunu gözlemledikçe de bu işi yapamayacağını anlamış. Hukukun düzenini, endişelerini, ne yapabileceğini sorguladığı bu dönemde hocalarından biri Uçan Süpürge Vakfı’nın gönüllü aradığını paylaşmış. Ceren’in aldığı dersler nedeniyle kadın sorunları gündeminde olduğundan ilgisini çekmiş.
20-30 kişilik bir grup olarak gitmişler. Vakfın kurucularından Halime Güner ile tanışmış ve çok etkilenmiş, o etkiden bir daha kurtulamamış. Bahsettiği etkiyi çok iyi anlıyorum. Çok alakasız bir neden için Halime Güner ile yaptığım 10 dakikalık telefon görüşmesi sonucu tüm sinirlerim alınmış ve dünyaya bakış açım değişmişti. Tüm giden arkadaşlarının bağı sonralarda kesilse de, Ceren devam etmiş. “Yapıştım resmen,” dedi. Gönüllü olmasına rağmen sabahtan akşama kadar orada zaman geçiriyormuş. En çok hoşuna giden şey de, Uçan Süpürge’nin olaylara parasal açıdan bakmaya uzak, amaca ve sistemi dönüştürmeye yönelik duruşu olmuş.
Bu sırada okulunu bitirmiş, pek sevmese de her ihtimale karşı stajını yapıp ruhsatını almış ve yüzünü sosyal girişimlere çevirmiş. Ailesi ne kadar gittiği yolu desteklese de avukat olmasını çok istiyormuş. Ceren’in tam olarak ne iş yaptığını ‘kadın hakları’ ve ‘sivil toplum’ gibi çeşitli anahtar kelimeler dışında cümleye dökemiyorlarmış.
“Belki ben avukatlığı seçmiş olsam ve dosdoğru bir meslek yapsam, biraz aç kalmış ama yine de onurlu bir meslek hayatı sürdürücektim. Bu bile belki birilerine etki edecekti ama bir bütünlüğün olması gerekiyor,” dedi. “Her şeyde olduğu gibi örgütlenmede, bütüncül mücadele çok önemli.”
Ceren, Uçan Süpürge’de dört yıldır çalışıyor, beraberinde Kadın ve Toplumsal Cinsiyet Çalışmaları üzerine yüksek lisans yapıyor. Proje koordinatörü olarak günleri çok yoğun geçiyor. Vakıf içerisindeki projeleri yürütüyor, mali, fikri, teknik konularda yardımcı oluyor. Uçan Süpürge Uluslararası Kadın Filmleri Festivali için de kurumlar, yönetmenler, oyuncular arasındaki yazışmalar ile ilgileniyor. Ama genel olarak vakıfta herkes her işi yapıyor.
“Hiyerarşi yok, yönetim bile yok yönetişim diyoruz biz kendi aramızda,” dedi.
İnsanların uğradıkları haksızlıklar ile ilgili vakfa ulaştığını paylaşıyor ve soruların bol olduğu bu zor durumlarda, hukuktan çok zevk almasa da, hukuk bilgisi ile onlara yardımcı olabilmesi Ceren’i mutlu ediyor.
İstanbul Sözleşmesinin feshedilmesini hiç beklemediğini paylaştı. Ünlülerle çalıştıkları kampanyaların güzel olduğunu, sonuç verdiğini düşünüyorlarmış. Şok olduğunu söyledi.
“Nasıl şu an her rakı içen kendini laik zannediyor bazı ürünlerin, nesnelerin, kavramların siyasallaştırılmasından bahsediyorum. İstanbul Sözleşmesini savunmak da yine marjinal bir hareket, kabul edilemez, bir muhalif hareket gibi siyasallaştırıldı. O yüzden bu kavramların içi böyle boşaltılmaya devam ettikçe, günden güne umutsuzlaşıyordum.”
İlk başta umutsuzluğa kapılsa da örgütlerin dayanışmasından çok etkilendiğini paylaştı. Mücadele, ses çıkarma, eylemler durmadı — devam ediyor.
“Ben çok umutsuzluğa kapılabildiğimizi görüyorum kuşak açısından,” diyerek 90'ların apolitik yapısına bağlıyor. “Mesela sigara satılmayabilir dediler ben de iyi o zaman gidip istifleyeyim dedim. Bir ürünü alma hakkımın yasaklanmasına dair hiçbir isyanım olmadığı gibi gidip diyorum ki ben gidip biraz stok yapayım. Böyle sindirilmiş bir kuşak olduk maalesef. Korkutulmuş bir kuşak olduk.”
68 kuşağının o heyecanın ve ateşinin onu çok şaşırttığına değiniyor. Ne zaman dibe düşse de o kuşağın yılmaz, mücadeleci, korkmaz yapısı onu kendine getiriyormuş. 20’lerinden sonra kendi içindeki ateşi, enerjisini ve harekete geçme gücünü kaybetmek istemediğini paylaşıyor. Karamsarlığa kapılsa da, eşitliği sağlama yolunda ilerlemeye devam edeceğini söylüyor.
“İçimde çok özgür bir insan var ama bunun sınırlarını gün geçtikçe daha çok farkına varıyorum. İstediğimiz mesleği yapabilme, kazandığımız parayla insanca bir yaşam sürebilme, bunlar çok basit istekler. Şımarık istekler değil. Gençliğimizin başında bunları yaşıyor olmamız müthiş bir karamsarlığa itiyor. Yine de bu mutsuzlukla kalmayıp mücadele etmek güzel bir his, onurlu bir his.”
Bu yazı 20’liğin 13 Mayıs 2021 sayısında yayımlanmıştı.