Mert hayatının uzun dönemlerini dershanede geçirmiş. O içine kapanık, kenarda köşede çizim yapan biriyken, arkadaşı Berk daha dışa dönük ve Mert’i harekete geçirebilen biriymiş. Bu arkadaşı sayesinde 13 yaşında Leman dergisine çizimlerini göstermeye gitmişler. Leman Kültür’e giderken de plan yapmışlar. Son dakika caymak isterse, sergiye geldiklerini söyleyeceklermiş. Ama Mert caymamış — hatta görüşmesi çok güzel geçmiş. Bir çocuğun bu işe ilgi duyması Leman’dakileri heyecanlandırmış, ayrıca Mert’in dediğine göre o dönemler daha sevimliymiş, o da etkilemiş olabilirmiş…
“Aklı başında, kendi dünyasında bir çocuk diye desteklediler. Gel devam et dediler, ben de çok istikrarlıydım. Kafaya koymuştum, yapacaktım o işi, emindim yani,” dedi.
Mert Dolapçıoğlu, 1997 doğumlu İstanbullu bir karikatürist. Beyoğlu’nda, 8 aylık doğduğunu söyledi.
"Erken doğdum, o yüzden her yere geç kalıyorum," dedi. Komik biri.
Ergenliğe girmeden önce bile karikatür çiziyormuş ve zaman kaybetmeden bu işe girmeye karar vermiş. Böylece 13 yaşında, Berk ile yaptığı bu ziyaretin ardından Leman’a çizmeye başlamış. Ersin Karabulut’un Sandık İçi adlı köşesi, one ‘ben de böyle olmak istiyorum’ dedirtmiş. Bu dünya ile ilk tanışması ise internette bir karikatürist ile ilgili okuduğu röportaj sayesinde olmuş. Mizah dergiciliği ve çizerek sabahladıkları çalışma düzeni onu çok etkilemiş ve bir parçası olmak istemiş.
“Adamlar haftanın bir günü çalışıyor, ne güzel iş dedim. Çok erken fark ettiğimi hatırlıyorum çalışmak, iş yapmak istemediğimi,” diyerek bir arayışa geçtiğinden bahsetti.
Küçükken birçok çocuk gibi futbol oynayarak büyümüş. Ardından dövüş sporlarına geçmiş ve uzun süre boks yapmış — iyiymiş de. Hatta hayatında çizim olmasaydı boks eğitmeni olarak ya da amatör müsabakalara girerek hayatını sürdürmeyi planlıyormuş. Bu arayışın devamında ise üniversite hayatı var.
“Yani kağıt oluyor önümde çiziyorum, kamera olur belki çekerim,” inancı ile sinema-televizyona girmiş ama çabucak ortamın ona uymadığını, kafasında canlandırdığı gibi olmadığını görmüş. Mert’e bu çok oluyormuş. Hayalleri, hep gerçekten daha güzelmiş. Çizmeyi de gerçeklikten bir kaçış olarak görüyor.
“Hayat o kadar garip bir yer ki, sen alternatif hayatlar yaratmaya çalışıyorsun,” dedi.
Böylece üniversiteyi barınamadığından ve mutlu hissetmediğinden dolayı 2. Sınıfta bırakıp dergilerle hayatına devam etmiş. Üniversite deneyiminin tersine liseden çok zevk almış. Sanat tasarımı okuduğu lisesinde sanatçı kimliğine ve bakış açısına büyük saygı duydukları bir eğitim aldığını paylaştı. Sabahları okula geldiğinde bölüm şefini hep Leman okurken görürmüş. Hatta hala Mert’in duvara çizdiği bir karikatür okulun duvarında duruyormuş.
Mert’in okulu bırakma kararı beni etkiledi çünkü herkesin atabileceği bir adım değil. Cesaret gerektiriyor. Çoğumuzun izlediği diploma yolundansa güzelce ve severek yapabileceğine inandığı yola dönmüş. Zaten üniversiteden önce Penguen’e çiziyor, üniversite döneminde de Leman’a köşe yapıyormuş. Yani aslında nerede olmak istediği gayet belli. Şimdi ise Uykusuz ve yeni çıkan dergi, Fişek’de çiziyor. Aynı zamanda en yakın dostu Güven Bilge ile beraber yaptığı Çubuk Animasyon adında Kadıköy’de dağıttıkları bir fanzin olarak başlayan ve animasyona dönüşen bir hesapları var.
“Aslında benim kuşağımda çok az çizer var, hatta ben hala en geç çizerim dergilerde. Benim zamanımda aslında YouTuber olmam gerekiyordu ama ben niyeyse bir romantiklik mi diyeyim, nostalji mi diyeyim, çağa ayak uyduramamak mı diyeyim böyle bir şeye kapıldım ve bu beni buraya götürdü, hiç bırakmadım,” dedi.
Pandemi döneminde her hafta çizse de, onu ilk bu işe bağlayan dergi kültüründen çok uzak kaldığını söylüyor. Evde kalıp masasında tek başına çizmenin, dergideki abilerle sabahlamanın yerini dolduramadığını paylaştı. Bu hissi çok iyi anlıyorum. Gazetecilik okumak istememin nedenlerinden biri, yeni gelişen bir haber olduğunda herkesin aynı ortamda sabaha kadar beraber yazı yetiştirmesiydi. O yoldaşlığı her iş kolunda bulamıyorsunuz maalesef. Mert’e pandemi öncesinde çalışma düzeninin nasıl olduğunu sorduğumda, ortamı öyle güzel anlattı ki, neden o kadar özlediğini anladım.
Normalde pazartesi günleri sabahlama olurmuş. Onun tabiriyle o zamana kadar çizerler serserilik yapar, uyur, yuvarlanır, çay içermiş. Pazartesi günü köşelerinin espirilerini bulan, eskizleri atmış olan ve çizimlerini bitirmiş olsalar da sırf muhabbete gelen yaklaşık 10 kişi toplanır ve sabahlarmış. Bu sürede köşeler teslim edilir, gündem esprileri dağıtılır ve müsait olanlar onu çizer, kapaklar hazırlanırmış. Sabah 6:30-7 gibi, havanın yeni aydınlandığı, insanların uyanıp işe gitmeye başladığı saatlerde, Mert eve uyumaya gidermiş. Bazen dergiden çıkıp eve dönmeden önce tek başına sinemada film izliyormuş.
“Ben daha güzel duygu yaşamadım, o aidiyet. Sonuçta insan hep bir şeye ait olmak istiyor, ülkeye ait olmak istiyor, takımlar tutuyorlar, benim için dergiler de öyle. Çizerler belli ki sosyal hayata, topluma çok fazla uyum sağlayan insanlar değil. Daha izole yaşayanlar, masaya gömülmüş, mürekkep olmuş elleri ve o seni çok cezbediyor. O tutku hararetli oluyor,” dedi ve bunu deneyimleyebilecek son kuşak olduğunu düşündüğünü ekledi.
Yıllardır dergilerde okuduğu insanlar ile dirsek yakınlığında çalışma fırsatını yakalamış olması onun için bir gurur kaynağıymış, onlara hayranlık duyduğunu paylaştı. Dergi hayatının yanında bir de Mert'in Instagram hesabı ile kurduğu pastel renkli bir hayat var. Bu hesap hayatını kazanmaya devam etmek için, biraz zorunluluktan ortaya çıkmış. Bir gün evde otururken hiç pastel boya kullanmadığını fark ederek bir anda çizmeye başlamış. Akrilik gibi daha dağınık boyalara pek bulaşmıyormuş çünkü kağıda direk ‘pata küte’ dalıyormuş — biraz dağınıkmış. İç dünyası ve çizimlerindeki yazıların tersine şirin, kalpler ile dolu bir dünya yaratmaya karar vermiş. Burun, cinsiyet, gibi şeylerle vakit kaybetmek istemediğinden cinsiyetsiz, yuvarlak kafalı, yalın ve net karakterler çizmeye başlamış.
“Gülen yüz imza gibi. Herkesin gülen yüzü farklı, 10 kişiden gülen yüz çizmesini istesek o iki noktanın arasındaki boşluğu, o yayın açısını herkes farklı çiziyor. O da bana imza gibi geliyor,” dedi.
Bu paylaşımlarında kendi hezeyanlarına ve ortak duygulara değinmeye çalışıyor. Fazlasıyla popüler olan bu çizimler, Whatsapp’ta yaygın bir şekilde sticker olarak kullanılmaya başladı. Sosyal medyanın alışması gereken özelliklerinden birinin, Instagramda hesabının herkese açık bir dükkan olmasıymış. Derginin okurları, dergiyi bilinçli bir şekilde alırken, sosyal medyada herkesi çekebiliyor, bu yüzden de daha geniş bir kitleye ulaşabilmesi gerekiyor. Popüler kültürün dışında yaşamak isteyen bir karikatürist olarak bir anda kendini bu kültürün içinde bulduğunu paylaştı.
“Dergi dediğin tirajı belli, satışı belli ve onu alan okur senin ne anlatmak istediğini biliyor. Bir dizi izlemek gibi. O karakteri biliyor. Sosyal medyada herkes geliyor ‘bu güzel olmuş,’ ‘bu kötü olmuş’ diyerek seni şekillendiriyor. Adapte olamayan, bertaraf olur. Romantik bakınca üzücü ama dünya romantik bir yer değil. Dünya buna eğiliyor ve sen de ona uyum sağladığın kadar var oluyorsun işte,” dedi ve bir süre sonra dengeyi bulduğunu ekledi.
Gelecek planlarında sevdiği insanlar ile üretebileceği bir hayat yaşamak var. Yaptığı işi paraya dönüştürebileceği bir hayat istiyor.
“Üretmek çok sıkıntılı bir süreç, çok kendinden götüren bir süreç, o yüzden hayatımın sonuna kadar yapar mıyım bilmiyorum ama şu an bundan keyif alıyorum. Bunu ekonomiye dönüştürmeye çalışıyorum. Bakalım nereye eserse o tarafa gideceğim. Göreceğiz. Bakalım,” dedi.
Görmek için sabırsızlanıyorum.
Bu yazı 20’liğin 3 Haziran 2021 sayısında yayımlanmıştı.