ABG #26: Ahsen Eroğlu ve İlayda Elhih
Sahnenin Arkası: Ahsen Eroğlu ve İlayda Elhih
Ağustosun son haftalarında Üretim Kaydı’ndan bildiğiniz Ece ile heyecanlı mesajlaşmalar ve olması gerektiğinden daha uzun sesli mesajlar ile bir podcast bölümü planladık. Ece mikrofonda ona eşlik etmemi teklif etti. Onun bu kibar daveti sayesinde Sardunya filminin yanı sıra üstlendikleri farklı rollerden tanıyor olabileceğiniz Ahsen Eroğlu ve İlayda Elhih ile çevrimiçi bir Zoom ‘rakı sofrasında’ buluşma fırsatı yakaladım.
İlayda ve ben yeni bir yere taşınmanın, Ece ve Ahsen de yoğun çalışma tempolarının getirdiği yorgunluğu üstümüzden silkeleyerek bir araya geldik. Doğrusu üretim süreçlerinden, geçtikleri yollardan ve ‘genç’ olmaktan bahsetmeye başlayınca yorgunluk falan da pek kalmadı. Yaptıkları işten zevk alan insanlarla konuşmak çok keyifli.
Ahsen ve İlayda Sardunya’nın setinde tanışmışlar. Sardunya İlayda’nın canlandırdığı Defne karakterinin babasının felç geçirmesi sonucu memleketine dönmesi ve babası ile arasındaki zorlu ilişkisini gözden geçirmesi ile ilgili bir film. Filmin üretim süreci ile ilgili okumak isterseniz, Üretim Kaydı’nın filmin senaristi/yönetmeni Çağıl Bocut ve yapımcısı Çağlar Bocut’u konuk aldığı bültene göz atabilirsiniz.
(İlk prove gününde İlayda, Ahsen ve Çağıl)
Ahsen ve İlayda bulundukları noktaya ulaşmak için çok farklı yollardan geçmişler. İlayda için gençken okumak istediği bölüm çok netmiş: Tiyatro. Tam nasıl başladığından emin olmasa da ortaokul döneminde librettolar ve oyunlar okumaya başlamış. Tiyatro, sanat ve oyunculuk ile ilgilenme hali gözüne hoş görünmüş, ailesinin de bu yola girmesini desteklemesi ile 2009’da soluğu Pera Güzel Sanatlar Lisesi Tiyatro Bölümünde almış. Üniversite eğitimini de Kadir Has Üniversitesi Tiyatro Bölümünde tamamlamış.
“Herhalde bir tek o yaşlarda çok emindim ne istediğimden, şu an değilim. Karar vermişim, ailem de bayağı destekledi, öyle de devam ettim,” dedi.
Ahsen’in yolculuğu ise biraz daha dolambaçlı olmuş. Küçüklüğünde kafasında yapmak istediği birkaç meslek varmış; antrenörlük, oyunculuk ve ressamlık. Daha oyunculuğun ne olduğunu bilmezken resim çizdiğini paylaştı. İlk aşkı. Annesi, Ahsen’in daha yürüyemezken elinde kalemle dolaştığını anlatıyormuş.
Sanatın Ahsen’in hayatındaki önemini görmek için çocukluğuna kadar gitmek gerekmiyor. Ezberde zorlandığında sahneleri için not alır gibi küçük çizimler ile kendine yapması gerekenleri hatırlattığını söyledi. Set aralarını yanında taşıdığı çizim defterlerine çizimler yaparak geçiriyormuş. Şu ana kadar en çok sevdiği çizimlerinden birini sette 15 dakikalık bir arada yapmış. Hatta Zoom’da geçirdiğimiz iki saatte de elinde kalemi ile küçük çizimler yapıyordu.
( Sette yaptığı 15 dakikalık çizim. Ahsen Eroğlu, 30*30 cm - bluexplosion)
Çorlu’da büyürken ressamlık ve oyunculuk konusunda çok kaynak olmadığından ve yıllar boyunca voleybol oynadığından antrenör olmanın doğru olacağına karar vermiş. Meslek lisesinde grafik tasarım okuduktan sonra Ege Üniveritesi'nde antrenörlük eğitimine başlamış. Bu üç farklı meslek de yıllar geçtikçe evrilmiş, kimi zaman da birbiri ile birleşmiş. Ailesi Ahsen’in oyunculuğa geçişini eğitimini aksatmadıkça desteklemiş.
“Ailemden destek şu şekilde geldi: ‘okuluna gidiyorsun bunun kıymetini bil ve üstüne düşeni yap, biz sana hiç bir zaman engel değiliz fakat sorumluluklarını da unutma’ gibi bir uyarıda bulunuyorlardı,” dedi.
( Ahsen Eroğlu)
Zaman kaybetmemek adına üniversiteyi kazandıktan sonra bir ay içerisinde üniversitenin televizyonunda çalışmaya başlamış. Bu sayede insanlar ile tanışarak ağını genişletmiş. Oyunculuk ve grafik tasarım ajanslarında çalışmış, okul başlayınca da bunların hepsini eş zamanlı yürütmeye başlamış. Ahsen de duramayan bir 20lik. İlk senesinin sonunda setlere gidip gelmeye başlamış. Bazen sabah 4’lere kadar setlerde koşuşturuyor ama aynı zamanda derslerini aksatmamak için sıkıca çalışıyormuş.
Bu döneme kadar da çok kendini sorguladığı bir zaman olmamış. Ancak, ve bu kısmı anlatırken işaret parmağını havaya kaldırıyor ve bize doğrultuyor, oyunculuk üzerine ciddi bir çalışma yapmaya başlayınca ‘ben ne yapıyorum,’ soruları kafasında belirmeye başlamış.
“Ben okullu olmadığım için, bilmediğim çok şey var. Bu alana nasıl girdim? Nasıl cesaret ettim ve neyime güveniyorum? diye kendimi çok sorguladığım zamanlar oldu. Ama o açığı kapatabildim,” dedi.
Merak ederek, araştırarak ve insanlara soru sorarak açığı kapamayı başarmış. İlayda ise kendine sürekli bu soruyu sorduğunu paylaştı.
“Ben lisede de 'ay ben ne yapıyorum ya' diyordum sürekli. Niye tiyatro okuyorum? Niye oyunculuk yapıyorum,” dedi. Sorgulamak, sanırsam, 20lik olmanın hatta insan olmanın bir parçası.
( İlayda Elhih)
Bu soruyu arada aşsa da, çoğu zaman aklında yeniden bir yer ediniyormuş. Bu sorgulamalara rağmen ilk sinema deneyimi olan Sardunya ile 40. İstanbul Festivali'nin Ulusal Yarışma bölümünde En İyi Kadın Oyuncu Ödülü'nü kazandı. Bu ödülü kazanmayı hiç beklemiyormuş. Törene gidemediği için filminin senaristi/yönetmeni Çağıl Bocut’tan kazandığına dair bir mesaj alınca da inanmamış.
( Ali Seçkiner Alıcı ve İlayda Elhih , Sardunya setinde)
“Dedim ki Çağıl bana çok kötü bir şaka yapıyor herhalde, inanmadım,” diyerek güldü. “Bu kadar kötü bir şaka olamaz dedim.”
İlayda genelde kendi yaptıklarına çok “yumuşak” davranmadığını söyledi. Çoğu zaman birinin ‘tamam bu oldu’ demesi gerekiyormuş.
Burada 20lerinde çoğu insanın deneyimlediği Imposter ya da Sahtekarlık sendromu da biraz patlak veriyor. Bu zihniyete girince de yaptığınız işten tutun, tüm başarılarınıza kadar her şeyi hak edip etmediğinizi sorguluyorsunuz.
“Hepimizde mi oluyormuş o, ben yalnızım sanıyordum,” diyerek hepimizin yüzünü güldürdü İlayda. “Herkes bunu yaşıyorsa çok iyi ve çok kötü. Biraz kendine de iyi davranmayı öğrenmek gerekiyor böyle zamanlarda. Kendinle arkadaş olup yaklaşabilmek gerekiyor. Ben bazen onu yapamıyorum, daha çok düşmanımmışım gibi davranıyorum. Kendime düşmanmış gibi.”
Ahsen de kendini sorguladığı zamanlarda, danıştığı ve güvendiği insanların sözlerini dinlemeye dikkat ediyormuş. Alıp Başını Gidenlerimizden Ceren Kurt’un Proje Koordinatörü olduğu Uçan Süpürge Uluslararası Kadın Filmleri Festivali’nde bu sene Genç Cadı ödülünü kazanınca, bu ödülü hak edip etmediğini sorgulamış şaşkınlıkla. Kendi yaptıklarının hiçbir zaman yeterli gelmediğini paylaştı ancak çevresindeki insanlar bu ödülü hak ettiğini ona hatırlattıkça, o da İlayda’nın deyimi ile kendine karşı daha “yumuşak davranmaya” başlamış.
“Beni böyle bir ödüle layık görmeleri hem onur duymamı sağladı hem de büyük bir sorumluluk aldığımı ve üstüme düşenin daha da fazlasını yapmam [gerektiğini hatırlattı]. ‘Ahsen kendine gel’ diye biraz telkin ettim kendimi. Ödül peşinde koşmuyorum, hiçbir zaman böyle olmadı ama layık olmaya çalışıyorum. Üstüme düşeni yapmaya devam edeceğim,” dedi.
İlayda da, Ahsen de yaş konseptinden uzaklar. Çalıştıkları ortamda bir sayının insanların davranışlarını bu denli değiştirdiğini görmekten hoşlanmıyorlarmış.
“Küçük gözüküyor olmak, neşeli olmak biraz çevrenizdekilere acemi hissi veriyor ve hemen bunun üzerine çıkıp kendilerini kanıtlama isteğinde olduklarını görüyorsunuz. Bu akılla ilgili değil ve öyle bir yaklaşım oluyor,” dedi Ahsen.
Onun bu ayrıma çözümü, kendi ile çok detay vermeden sohbet edip, çalışarak ve yaptığı iş ile kendini kanıtlamak. İlayda ise direk yaş ve statü ayrımlarından hiç zevk almadığını paylaştı.
Zaten 20’ler de yaştan öte bir şey — hayatın 10 yıllık bir dönemi. Sayıdan çok, bu sürenin onlar için anlamını sorduğumda ikisi de aynı şeyleri söyledi:
Kaçırılmamalı. Cesaret ile korkmadan atılmalı. Güzel yaşlar.
Benim ise İlayda ve Ahsen ile konuşmamdan aldığım en önemli ders kendimize çok sert ve acımasız davranmamak. Başkalarına gösterdiğimiz sevgiyi, saygıyı ve desteği kendimize de göstermeliyiz.
Neymiş?
Kendinize yumuşak davranın.
Kaydettiğimiz podcasti dinlemek için buraya tıklayabilirsiniz, haftaya görüşürüz!
Bu sayı 20’liğin 9 Eylül 2021 sayısında yayımlanmıştı.