Nida için sporsuz bir hayat asla mümkün değilmiş. Emekli havacı astsubay ve voleybol koçu olan babası sayesinde çocukluğunu, İzmir’de spor salonunda atleti ile koşturarak ve o sırada yerde emekleyen kardeşi ile oynayarak geçirmiş.
Nida Eliz Üstündağ 1996 yılında Çanakkale’de doğmuş. İki yaşına kadar Gökçeada’da, 11 yaşına kadar İzmir’de, 23 yaşına kadar Ankara’da ve arada iki sene Kayseri’de yaşamış. 25. yaşını taçlandıran şehir ise İstanbul — şimdilik. Ankara’nın kalbinde özel bir yeri olduğunu söyledi. Ailesinin orada olması dışında, lise ve üniversite hayatı orada geçmiş.
“Bütün haylazlıklar o dönemde yapıldı,” dedi gülerek.
Başkent Üniversitesi Psikoloji bölümü mezunu, şimdi ise Hacettepe Üniversitesi’nde Egzersiz ve Spor Psikolojisi yüksek lisansı yapıyor. Ha, tabii bir de Türkiye’yi Rio 2016 Olimpiyatlarında temsil etmekle kalmamış, 200 metre kelebek Türkiye rekorunu kırmıştı. 2 senelik yüzme takımı kariyerimden öğrendiğim bir şey varsa, o da kelebeğin en zor yüzme stili olduğu. Hepsi zor diyecekler, inanmayın. Kelebek en zoru.
Nida’nın spor yolculuğu 3 yaşında jimnastik ile başlamış. Altyapı sporu olarak 5 yaşında yüzme ile devam etmiş. Babası voleybol antrenörü, boyu da uzun olduğu için yüzme ile beraber voleybol oynamaya başlamış. Babası onun voleybolcu olmasını istese de 9 yaşında Nida yüzmede kalmak istediğini söylemiş. O dönemdeki baş antrenörü Türker Oktay da ailesine Nida’nın bu yaş grubunda yüzme dalında olimpiyata gidebilecek sayılı sporculardan biri olduğunu söylemiş.
“9-10 yaş için büyük bir hedef, ne kadar dehşet verici olabilse de bir yandan da yeteneği keşfetmek müthiş bişey,” dedi ve hemen ardından ekledi: “Yetenek mi bilmiyorum ama iyi çalıştığımı söyleyebilirim.”
11 yaşında kafasında belirlediği 3 hedef olduğunu paylaştı:
Türkiye rekoru kırmak
Milli takıma girmek
Olimpiyata gitmek.
Bu listesindeki hedefleri teker teker gerçekleştirdiğini ve şimdi yeni hedefleri olduğunu söyledi.
“Bir olimpiyat daha olsun. Oraya gidince de boş dönmeyelim, bir final bir yarı final, bir şey yüzelim,” diyerek güldü.
Olimpiyatlarda yarıştığı insanlarla Avrupa ve Dünya şampiyonalarında yarışmış olsa da Olimpiyat bayrağının altında, Olimpiyat halkalarının olduğu bir havuzda yüzmenin çok farklı bir his olduğunu söyledi.
“Bazı havuzlar vardır, yüzdürür. Havuzun aurası yüzdürür. Orası öyleydi,” dedi.
Olimpiyat köyü ile ilgili en çok merak ettiğim şey ise yemekhane düzeniydi. Şaşırdık mı? Nida tüm sporcuların aynı yerde, sıra sıra dizilmiş uzun masalarda yediğini söyledi. Herkesin kendi ülkesi ile oturduğu bir düzen yokmuş — boş bulduğun yere oturuyormuşsun.
“Bütün sporcular orada yiyor. Michael Phelps orda, Usain Bolt da orada. Kapıyı açıyorsun, NBA şampiyonu ile karşı karşıya gelebiliyorsun. O insanı, çok afedersin, bir mal ediyor. ‘Ben neredeyim acaba? Nasıl geldik buralara? Tamam çalıştık da bu başka bir boyut’ diyorsunuz. Sonra yarışlar başlıyor, tamam artık uçmuyoruz, ayaklarımız yere bassın.”
Bu 1,5 saatlik konuşmamızda Nida ile ilgili öğrendiğim şeylerden biri bu: ayakları yere basan biri. Tutku duyduğu ve yapmayı sevdiği işlerden vazgeçmiyor ve durmaksızın hedefleri için çalışıyor. ‘Ben neymişim ya’ gibi bir duruşu yok. Yüzücü hayatını gayet sıradan görüyor.
“Sabah kalkıyorsun, kahvaltı ediyorsun, antrenmana gidiyorsun, geliyorsun, derse giriyorsun, uyuyorsun, yemek yiyorsun, tekrar antrenmana gidiyorsun, geliyorsun, yemek yiyorsun, ders çalışıyorsun, bunun dışına çıkmak çok mümkün değil,” dedi.
2020 Olimpiyatlarına çalışmak için antrenörünün bulunduğu şehir olan Kayseri’ye taşınmış. Bir yıl kalmayı beklerken, olimpiyatlar pandemi nedeni ile ertelenince bir sene daha kalmış. Ankara’dan sonra zorlandığını söylese de yine de harika insanlar ile tanışmış. Bu sırada yüksek lisansa çevrimiçi olarak başlamış.
“Ailem de okul da Ankara’da. Ben neden Kayserideyim? Olimpiyat için,” dedi.
Bu dönem Nida için zor geçmiş çünkü 2020 Olimpiyatlarını ucundan kaçırmış. Saniyelerin yüzmede çok önemli olduğunu söyledi — günlük hayatında çok detaycı olmasını buna bağlıyor. “O detaylara ihtiyaç var havuzda,” dedi. Şimdi ise Paris’e hazırlanmaya yavaştan başladığını söyledi.
Babasının, Nida’nın spora başlamasında yeri büyük ama sporu devam ettirebilmesinde annesinin rolünün paha biçilmez olduğunun altını çizdi. Genel olarak ebeveyn desteğinin çok önemli olduğunu söyledi. Ankara’ya ilk taşındıklarında, babası Kazan’da görev yapmasına rağmen Nida yüzebilsin diye merkezde bir daire tutmuşlar.
“Ben sabah antrenmanına giderken annem götürüyordu araba ile, babam da işe servis ile gidiyordu sabah 5:30’da. Araba ile gidemez çok masraflı olur ve o sıra maddi durumumuz da çok iyi değildi,” dedi.
Aile desteği ve sporcu olan bir kardeşi ile beraber, Nida’nın çok güçlü bir destek sistemi var. Röportajımızın ortasında telefonu çalıyor, özür dileyerek açıyor ve arka plandan 'nasılsın!’ diye bağıran şen şakrak kadın sesleri duyuyorum; Nida’nın yüksek lisans arkadaşları Ankara’da bira içerken onu arıyorlar.
İstanbul’da yaşarken Hacettepe’de yüksek lisans yapmak zor. Beş dersinin sadece 3’ü çevrimiçi, geri kalan ikisi için arkadaşları Nida’ya zoom açıyormuş. Üniversitede de spor ve okulu beraber götürmeye çalışırken arkadaşlarının çok yardımcı olduğunu söyledi.
“Üniversiteyi bitirebilmemi arkadaşlarımın desteğine borçluyum diyebilirim. Şu anda da böyle bence,” diyerek gülümsedi.
Duramamak ve bir denge kurmak, birçok 20lik gibi onun da zorlandığı konular arasında. Okul ve yüzmenin yanında, tek başına yaşadığı evi temizlemesi ve kendi ruhsal sağlığına da özen göstermesi gerekiyor. Ankara’da yaşadığı dönemde, iyi olmadığı zamanlarda hemen arkadaşlarını ararmış.
“Hemen ‘alo ben iyi değilim bir kahve içelim mi?’ Bu beni rahatlatan, bana müthiş derecede iyi gelen bir şeydir. Ya da akşam saat geç olmuş, alkol almaya gerek yok bunun için, ‘bir kelle paça içmeye gidelim mi ya?’ Kayseri’de de bunu yaptım mesela sürekli. Bağışıklığa iyi gelir, bol sarımsaklı,” dedi. Benim de canım çekti.
Terzinin kendi söküğünü zor diktiğini söyledi. Hatta atasözünü değiştirerek terzinin kendi söküğünü arkadaşlarının yardımı ile diktiğinin altını çizdi. Özellikle ailesinden uzak yaşadığı için, annesi ile geçirdiği o özel anne-kız anlarını özlüyormuş. Annesi onu İstanbul’da ziyaret ettiğinde her antrenmana gitmeden önce, annesi Nida’ya sabah kahvesinde eşlik etmiş.
“İki dakikada bile içilse, hemen iki türk kahvesi yapılır, beraber oturulup yanına bir bisküvi konulur. İki dakika dedikodu. Tamam antremana! Bunlar keyifli şeyler,” dedi.
20’li yaşların hayatı anlamlandırmaya çalıştığımız bir dönem olduğunu söyledi.
“Her şey için enerji var ama gerçekten zaman yok. Tam olarak bu,” dedi.
Benim Nida’dan aldığım en önemli ders ise suyun yolunu bulduğu. Kimi zaman doğal olarak, kimi zaman da kovalar ile yanında duran ailen ve arkadaşlarınla.
Bu yazı 20’liğin 9 Aralık 2021 sayısında yayımlanmıştı.