Laris Alara Kilimci, 1993 doğumlu bir girişimci ve tasarımcı. Long Island’da, Seinfeld’in çekildiği stüdyolara yakın bir hastanede doğmuş ama New York'ta değil, İstanbul’da büyümüş. Desen projeleri yapan, çocukken patates baskıdan çok hoşlanan ve kendini iyi tanıyan biri Laris. 5 yıldır da kurucusu olduğu LAR Studio ile çoğumuzun aklında olan kendi işini başlatıp başarılı olma hayalini gerçekleştirmiş, yaratıcı biri.
Kendini aşırı duygusal, iş hayatında olan ve tasarım yapan biri olarak tanıtıyor. Çoğu 20'lik gibi o da kendi yolunda ilerlemeyi seviyor.
“Sürekli bir yerde çalışmak benlik değil, pek takım oyuncusu değilim. Dönemsel olarak insanlarla çalıştığım projeler oluyor. Misafir sanatçı olmayı seviyorum ancak uzun bir süre boyunca bir hiyerarşide ve kurum altında çalışmayı kabul etmeyen bir insanım,” dedi Laris.
Bu özelliğinin farkına da aslında üniversite için Londra’ya gidip Central Saint Martins’de animasyon okumaya başlayınca varmış. Lise yıllarında müzik klipleri dinleyerek büyüdüğü için müzik ve görsel dilin buluşmasına ve ritme çok büyük ilgi duyuyormuş.
“Bir şarkıyı dinlediğimde görsel olarak nasıl gözükür diye düşünürdüm. Hayal gücünü, farklı şeyleri bir noktada güzelce buluşturduğu için animasyonu seçmiştim.”
Zamanla dijitalden çok hoşlanmadığını, animasyonu bir meslek olarak yapmak istemediğini anlamış; prodüksiyon dünyası, çalışma saatleri ve şekilleri hoşuna gitmemiş. Okulundan çok zevk almış, hocaları farklı şeyler denemelerini, deneysel olmalarını destekliyormuş. Özgür bir ortam varmış.
Kendine şu soruyu sormuş: “Hangisi daha önemli? Sonuç mu yoksa süreçten zevk almak mı?"
Laris, ikinci seçeneği seçmiş. Tate müzesinde ses, ritim ve hisleri bir araya getiren Sonia Delaunay sergisinden ilhamla serigrafi baskı ve tekstile kaymış. Sanata yaklaşımı sürdürülebilirlik üzerinden ilerliyor; bir projenin yapılıp, sergilenip sonra kaldırılması düşüncesinden hoşlanmıyormuş. Lar da zaten biraz bu yüzden başlamış: bir gün tasarım müzesinde de durabilecek ama sokakta yürürken birinin üzerinde de görebileceği şeyler yapmak istemiş. Bu da onun multidisipliner kimliğinin bir göstergesi: “ne tam sanat, ne tam tasarım, ne tam o, ne tam bu, tanımlanamaz bir nokta,” dedi.
Londra’dan sonra İstanbul'a dönüp moda sektörü, teknoloji girişimleri ve matbaa gibi farklı yerlerde kısa süreler boyunca çalışmış. Bir süre sonra kendini bir kalıba sokmaya çalıştığını ve bu şekilde para kazanmak istemediğini fark etmiş.
“Yaptığım işler beni tatmin etmiyor, içimde patlayan bir şey var ve onu çıkarmam lazım, beslenmiyorum dedim kendime,” diyerek New York’a gitmiş, Mike Perry gibi birkaç sanatçı ve kreatif insan ile görüşmüş. Çoğu da New York’ta kalıp animasyon yapabileceği ama kendi sanatı ile bu şehirde hayatta kalamayacağını söylemiş. Laris de kendini orada hayal edememiş.
Konuştuğu sanatçılardan biri ona yaptıklarını kutlaması gerektiğini, İstanbul’a dönüp hikayesini güzelce anlatmasını tavsiye etmiş.
“Daha az renk kullanan ve ajitasyondan beslenen bir ülkede optimizm ve çocuksu özgür bir ruh yaymaya çalışan bir kızsın. İçinde bir neşe var her şeye rağmen, dön kendi hikayeni yarat dedi. Ben de gaza geldim,” diyerek etkileşimini anlattı Laris.
“Bence üniversiteden mezun olduktan sonra doğru, vizyonu açık ve seni gerçekten tanıyan insanlarla konuşmak çok önemli,” dedi ve bu süreçte ayrıca kendini de tanımanın önemine değindi.
Bu ilham ile İstanbul’a dönüp Lar için kafa patlatmaya başlamış, sonunda kendi işini kurmaya karar vermiş. Ailesinde iş dünyasında bulunan insanlar olduğu için, farkında olmasa bile içinde bir “esnaf ruhu” olduğunu söyledi gülerek.
Böylece LAR Studio, 2017’de kurulmuş. Pareo, ipek eşarp, gömlek ve bandanalardan oluşan koleksiyonlarla beraber WWF, Melez Tea ve Jön Chocolate gibi markalarla işbirliği yapan Lar, Laris ve Alara adlarının birleşimi. Portekizce de ev anlamına geliyor. Bu da aslında çok anlamlı çünkü LAR için çoğu ilham Laris’in ailesinden ve çocukluğundan geliyor. Bu mutluluğu ve pozitifliği yaymak için de çocukluğun çok önemli olduğunu söyledi.
“LAR benim için bir kaçış noktasıydı. Bazen iyi hissetmesen de, etrafı iyi hislerle ve mutlu anlarla kaplarsan, iyi günleri hayal ederek pozitif duyguları artırabilirsin. Ben de bunu yapmaya çalıştım. C vitamini içmek gibi bu ülkede,” dedi.
20’lerinde kendi işini başlatmanın zorluğu göz ardı edilemez. Laris de bu süreç boyunca çok yorulduğunu söyledi — bol keseden burnout olmuş. Ama eğer yaptığın işe inanıyorsan, ‘bundan başka yol yok’ zihniyetinde ilerliyorsan, her gün bu zorluklarla yüzleşmek için enerji topladığına inanıyormuş — bir çeşit güzel-enerji-vitamini gibi.
Kendi işini kurma sürecinde Laris’in kendine hatırlattığı ve hatta duvarına yazdığı bir mantra ise: Thick Skin yani başkalarının ne dediğine aldırış etmemek, söylenen negatif şeylerin içine çok işlememesine dikkat etmek. Sözlerin ve yorumların seni etkilememesi için de kendi yolunu çok iyi çizmen ve kendini çok iyi tanıman gerektiğini paylaştı Laris.
Laris'in bu yol haritasında yavaş yavaş açılmak, sürdürülebilir ve etik üretim modelleri izlemek ve bu sene biraz daha yatırım yapmak ve risk almak var. Tabii bir de ellerini kullanmaya, dokulara dokunmaya, renkler ile iç içe olmaya devam etmek.
“Her şeyin otomatikleştiği bir dünyada gerek insanların, gerek üretimin yeri doldurulabiliyor. Nüansı olmuyor. Ama elle bir şey yaptığında kusurlar oluyor ve bu onu güzel kılıyor. Detayların, farklılıkların, insanı ve sanatı güzel ve özel kıldığını düşünüyorum,” dedi Laris. Standarttan uzak bir yaşam sürdürmeyi hedefliyor.
Sanatla ilgili en erken anılarından biri dört yaşlarında yazın havuzda yüzüp, çıktığında meyve kokulu Play-Doh oyun hamurlarından soyut totemler yapmasıymış. Annesinin atölyesinde de, onun kullanmadığı veya “mahvettiği” tabloların üstüne resimler çizermiş.
Koleksiyon çıkardığı dönemlerde zorlandığında ya da mükemmeliyetçilik döngüsünden çıkamadığında üretmeye devam etmek için kendine teslim tarihleri koyuyormuş. Tabii bir de çocukluğunda mutlu hissettiği anlardan ve kafasında kurduğu dünyadan besleniyor ve ilham alıyor.
Laris çocuk kalmak ve olgun olmak arasındaki dengeyi çok başarılı bir şekilde tutturabiliyor. Pandemi sürecinin ve 20’lerinin sonlarına gelmesinin de bu dengeyi sağlamada rolünün büyük olduğunu paylaştı.
“COVID’den önce çok daha ikizler burcu bir insandım. Yerimde duramazdım, birileri bir yere çıktıysa orada olmak isterdim. Hala içimde o hisler var ama pandemi ile galiba biraz daha sakinledim ve materyal dünyadan kendimi uzaklaştırdım,” dedi.
20’lerinin “son demlerinde” olmayı çok korkutucu buluyormuş. Oturan ve oturmayan şeyler arasında gidip geldiği, arafta olduğu bir dönemmiş.
“20’ler benim için duygusal olgunluğumun oturmaya başladığı, hayatta gerçekten değer verdiğim insanları tuttuğum ve başı bayağı büyük maceralarla başlayıp, sonları bayağı bir olgunluk ve derslerle biten bir süreç.”
Bu aralar, aklında olan renk maviymiş. Bu senenin su senesi olduğuna inanıyor ve akışta kalmayı hedefliyormuş. Rigid düzenlerden, netleştirme ihtiyaçlarından kopup, olanları kabullendiği, akışkan bir döneme girmeye çalışıyor. Bu yüzden tasarım açısından da yönelimleri akışkan şekiller ve mavi renkleriymiş.
__
Hepinizin güneşin altında, şöyle rahat bir deniz yatağının üstünde, denizin küçük dalgaları ile hafif hafif sallandığınız, elinizde minik şemsiyeli içeceğiniz ile akışta kaldığı günlere,
Şerefe!
Bu yazı 20’liğin 3 Şubat 2022 sayısında yayımlanmıştı.