Özge, ortaokulda arkeoloji kulübündeymiş. Hocalarının bahçeye gömdüklerini arkadaşları ile kazıp çıkarırmış. Okulunun bahçesinde başlayan bu yolculuğu, yıllar sonra Fransa’nın güneyinde bulunan Mandrin Mağarası kazısı ile devam etmiş. Dr. Ludovic Slimak ile çalıştığı bu kazıda parmak ucunda çömelerek, pür dikkat cımbızla parçalar topluyormuş. Bu kazıda yüzeye çok yakın olmasına rağmen çok iyi korunmuş bir insan buluntusu ile karşılaşmış. Bir fırça dokunuşu ile 3-4 tane diş minesi görmüş. Bir anda geri çekilmiş. On binlerce yıl öncesine ait bir kalıntı ile yüz yüze gelmiş.
“Beni çok etkilemişti. Paleolitik Çağ ile bu yüzden daha çok ilgileniyorum. Bambaşka bir dünya bir kere, iklim farklı, coğrafya farklı, insan türleri, hayat türleri, ormanlar bile çok farklı. Biraz romantik geliyor böyle söylemek, pek bilimsel değil, ama masal gibi geliyor. Çok heyecan verici bir şey o kemiği görmek,” dedi.
Özge Birol, 29 yaşında İstanbul doğumlu bir arkeolog ve anne. Kadıköy’de doğup büyümüş, çocukluğu Acıbadem’de geçmiş, lise hayatı ise Beşiktaşta. Şu an ise Hitit Üniversitesi’nde Arkeoloji bölümü öğretim görevlisi olan eşi Ozan ile Çorum’da yaşıyorlar. Bu değişim ilk başta biraz gözünde büyümüş olsa da, şehrin sakinliğini sevdiğini söyledi. Özge’nin uzmanlık alanı taş aletler ve taş teknolojisi. Haziran ayında bir yaşını dolduran kızı Defne ve eşi ile beraber kazıya gidiyorlar.
Özge, İstanbul Üniversitesi’nde tarih okumuş. Aklı arkeolojide kaldığı için tarih öncesi arkeoloji bölümünden yan dal yapmaya başlamış. Hocalardan ve konulardan çok zevk almış. Mezun olduktan sonra tarihi geride bırakıp tüm ilgisini arkeolojiye vermiş. Tarih öncesi arkeoloji yüksek lisansını tamamladıktan sonra üniversite sınavına bir daha girerek tarih öncesi arkeoloji okumak için üniversiteye gitmiş. 1999-2000 doğumlularla beraber okumuş. Kendisinden 10 yaş büyüklerle daha kolay anlaşabildiğini, 10 yaş küçüklerin daha farklı geldiğini söyledi. Buna rağmen tuttuklarını koparan bir nesil olduklarını vurguladı. “Biz biraz daha bastırılmışız ama onlar biraz daha kendini öne çıkarmaktan korkmayan da bir kuşak,” dedi.
Arkeolojinin hayatına şans eseri girdiğini, çok da severek yaptığını söyledi. 9-10 yıldır kazılarda ve yüzey araştırmalarında çalışıyormuş. İlk kazısını Bursa’daki Aktopraklık Höyük’te yapmış. Arkeoloji’nin insanı çok değiştirdiğinden bahsetti. 20, hatta bazen, 100 kişinin beraber yaşadığı ve yaptıkları işten çok tatmin oldukları bu kolektif yaşamdan zevk aldığını söyledi.
“Herkes yazın denize gidiyor, biz de yaz gelse de kazıya gitsek diyoruz,” dedi gülerek.
Kazıya gittiklerinde sabahları 4:30-5:00 sularında uyanıp, çabucak kahvaltı ettikten sonra günün ilk ışıklarında çalışmaya başlıyorlarmış. Saat 10 gibi, kuşluk adını verdikleri bir atıştırma molası verip öğlene kadar çalışmaya devam ediyorlarmış. Çok sıcak günlerde öğle yemeğini evde yiyor, kazıdan gelen malzemeleri yıkayıp üstlerine kodları yazıyorlarmış. Sonra araziye dönüp biraz daha kazıyorlar, günü buluntuların fotoğraflanması ile bitiriyorlarmış.
“Emek işin içine giriyor. İlgiliysen o seni çok tatmin ediyor. Sadece bir şey bulmak değil kazı; o çok küçük bir kısmı. Onu belgelemek, yorumlamak, tartışmak, vs. Bazen gerçekten çok zor olabiliyor ama hep kendime önemli bir şey yaptığımı hatırlatıyorum,” dedi.
Genelde kazılarda yemek, konaklama ve kimi zaman yol parası gibi masraflar karşılansa da maaş almıyorlarmış. Bu da yaz boyunca çalışma ihtiyacı olanların kazılara rahatlıkla gidemeyeceği anlamına geliyor.
Özge Arkeolog olarak para kazanmanın zorluğuna değindi. Bu nedenle pandemiden önce iki yıl boyunca anaokulunda İngilizce öğretmenliği ve İngilizce sınıf öğretmenliği yapmış. 2-3 yaşında çocuklarla zaman geçiriyor ve bir gün çocuk sahibi olmak istiyormuş. Ama hamile olduğunu öğrendiğinde çok şaşırmış; doktorasını tamamladıktan sonra çocuk sahibi olmayı planlıyormuş, oysa ki. Arkadaş grubunda ilk çocuk sahibi olanmış.
“Kafamda bambaşka şeyler varken aslında hayatımın seyri değişti,” dedi.
Hamile olduğunu öğrendiğinde ilk çok mutlu olmuş sonrasında biraz panik olmuş. Pandemi döneminde hamile olmanın getirdiği zorluklar ile beraber hayatının ve kariyerinin gidişatını sorgulamış. Ancak zaman geçtikçe, karnı büyüdükçe, cinsiyeti öğrendikçe sakinlemiş. “İyi ki de oldu,” dedi. “Arkeolog bir ailede büyüyeceği için çok mutluyum aslında. Eşim de ben de doğayı çok seviyoruz.”
Özge, sınavları ve mülakatı güzel geçerse Eylül ayında doktoraya başlamayı planlıyor. Arkeolojide meslek edinmek, hem öğrenciliğe devam etmek hem de öğretmek istiyor. Kızı için ise spesifik bir hayali yok; bilinçli ve duyarlı bir birey olmasını istiyor. Bir de sporun faydasını gördüğü için kızının da spor ile ilgilenmesini istiyor.
Fransa’da bir mağarayı gezerken Paleolitik insanların yaptığı duvar çizimlerine bakıyormuş. Hayvan çizimlerinin ve çeşitli sembollerin arasında, el baskıları görmüş. On binlerce yıl öncesinden el izleri, bir yaşanmışlığın kanıtını görmek onu çok etkilemiş.
Özge'yi dinlerken, dünyanın tarihinde ne kadar küçük bir yer tuttuğumuzu hatırladım. Bizden önce yaşayanları ve bizden sonra gelecekleri düşündüm. Geçmişe, asla deneyimleyemeyeceğimiz ve anlayamayacağımız dünyalara ait şeyler bulmak çok etkileyici (... olsa gerek. Ben müzelerde bile çıldırıyorum).
Bulunduğumuz anın önemini, geçmişin de değerini asla unutmamamız dileği ile,
Bu yazı 20’liğin 5 Mayıs 2022 sayısında yayımlanmıştı.