"İyi misin sorusu ile başlıyor her şey."
Tek başına bara gelmişsin. Moralin biraz bozuk, evde de yalnız kalmak istemiyorsun. ‘Çık dışarı, kendine gelirsin,’ diyerek kendini atıyorsun muhabbet ve buzun cam bardaklara vurma sesi ile dolup taşan bir mekana. İçkini istiyorsun, bir yudum alıyorsun. Ağzının içi patlayan şeker yemişsin gibi gıdıklanıyor. Güzel. Henüz kafanı sipariş verirken bile kaldırmamışsın. Sonra barın karşı tarafından şu ana kadar sadece ellerininin hızlıca çalışmasını izlediğin birinin sana bir şey sorduğunu duyuyorsun: “iyi misin?”
Sözleri bulamıyorsun, tam ne desen bilmiyorsun. Bir bakıyorsun barmen elinde iki shot bardağıyla yanına geliyor. ‘Bu da geçer merak etme, gel hadi şerefe’ diyor. O an bu güleç yabancıdan aldığın destek sana gereken umudu veriyor. İyi hissediyorsun. ‘İyi ki geldim, havam değişti,’ diyorsun kendi kendine.
Barmenlere gayriresmî terapist derler. Her barmen için konuşamam ama Emre ile Zoom buluşmamız bittiği an kendi kendime dedim ki, 'kalbim kırık, moralim bozuk, bir bara girdiğimde karşımda bu sıcacık ve komik insanın olmasını isterdim.’ Tabii Emre’nin görevi hepimizin sıkıntılarını dinlemek değil ama bazen acımıza panzehir, neşemize ortak olan kokteyller ile onları hazırlayanlar bir oluyor. Ne demiş şair? Sanatı, sanatçıdan ayıramazsın.
Emre Bilgin, Temmuz 1997 doğumlu bir İstanbul yerlisi, Beyoğlu ve Beşiktaş mahallelisi. 5 yıldır Cihangir’in ‘müdavim barı’ olarak adlandırdığı Geyik Coffee Roastery & Cocktail Bar’da çalışıyor. Bu seneki World Class Turkey barmenlik yarışmasını kazanarak, Türkiye’nin en iyi barmeni seçildi ve Eylül’de Sydney’de gerçekleşecek World Class Global finalinde yarışacak. Küçükken pilot olmak istiyormuş ama gözleri bozuk olduğu için hayalini masa başında oturmayacağı başka bir işe değiştirmiş. Zaten hiç yerinde duramazmış. İlk içkisi 14 yaşında çok acı bulduğu için bitiremediği teneke Efes biraymış. Mevsime göre değişse de yapmaktan ve içmekten en zevk aldığı içkilerden biri Daiquiri’ymiş. 18 yaşında kendi parasını kazanıp, ekonomik özgürlük ilan etmek için Beşiktaş’ta bir bistroda çalışmaya başlamış.
“İnsanlara patates bira getiriyordum, alaylı olarak büyüdüm. Öğretmeyi ve değer katmayı seven insanlar vardı etrafımda. Ben de bilgi emmeyi seviyordum. Bir de yüzüm güleç bir adamım, onun da bir avantajı oldu,” dedi.
İki sene çalıştıktan sonra bir gün “birçok halta beraber girdiği,” yakın arkadaşlarından biri, Geyik’te çalışmaya başlamış. Emre çalıştığı yerdeki düzenini bırakmaya çok istekli olmasa da Geyik’te bir kokteyl içmeye gittikten sonra fikrini değiştirmiş. “Tamam burada başlayabilirim,” demiş ve hemen işe koyulmuş. Bu mekanın ona çok şey kattığını paylaştı; tat algısını geliştirmiş, iletişim becerilerini kuvvetlendirmiş ve gelen insanlarla etkileşimi ona yeni bilgiler sunmuş. Barda oturanlarla dost, barın arkasındakiler ile aile olduğunu söylüyor.
World Class yarışmasına da geçen sene tesadüfen katılmış. Sektörde olan bir arkadaşı şanslarını denemelerini, ilk aşama için yapmaları gereken tek şeyin bir tarif yollamak olduğunu söyleyince şanslarını denemeye karar vermişler. Bu küçük adımdan sonra, yarışmada üçüncülüğe yükselmiş.
“Üçüncü olduktan sonra dedim ki o zaman ben birinci de olabilirim. Bu organizasyonda çok daha farklı bir aile sisteminin olduğunu görünce bir hoşuma gitti açıkçası. Sonra dedim ki bu sene o sene. Bu sene katılacağım ve kazanacağım, yapacak bir şey yok. Ona göre hazırlanmaya başladım,” dedi ve şu ana kadar kazanan en genç şampiyon oldu.
Bu ünvan ile gelen bir sorumluluk hissi olduğunu söyledi.
“Benim görevim yeni nesil barmenlerle, eski nesil 'abilerimiz, ablalarımız' arasındaki bağlayıcı unsur olmak. Onlardan alacağım, onlara taşıyacağım,” dedi.
Türkiye finaline hazırlanırken arkadaşlarının ve sevdiği insanların desteğini çok değerli bulduğunu söyledi. Bu süreçte erken kalkar, mutfakta gözlerini kapatarak oturur ve sadece çeşitli kokteyl karışımları hayal edermiş. Avustralya’da gerçekleşecek uluslararası final için de aynı yolu izlese de, fikir paylaşımı ve kaynak açısından daha güçlü bir ekibi olduğunu söyledi. Sydney’de onu en çok heyecanlandıran şeylerden biri de tanışacağı insanlarmış.
Kokteyl yapmaya başlama hikayesinde ailesinin rolünün büyük olduğunu söyledi. Annesinin yemek yapmasını izleyerek büyüdükten sonra, onun sos ve baharat karışımlarını düşünerek kokteyl yapmaya başlamış.
“Dedem beni Kayseri’de bağlara götürürdü. Bademler çiğnerdik. Cebinden tane kangal sucuk çıkarırdı, saplardı onu ateşte döndürürdü, onu yerdik. Milletin bahçesinden meyve çalardık. Biraz tat damak kısmına girişler çıkışlar da onlardan,” dedi.
Onun deyişi ile “tat çarpıştırmaya,” ve yemek yapmaya ilgi duysa da, oturup yiyebileceği tek öğünün kahvaltı olduğunu söyledi çünkü diğer öğün saatlerinde barda çalışıyormuş.
"Biz barmenler çok güzel kahvaltı hazırlarız," dedi.
Emre bu sektörde ilerleme kaydederken aynı zamanda Marmara Üniversitesi’nde işletme okuyormuş. Yedi senedir öğrenciliğinin devam ettiğini söyleyerek gülüyor. Belki ileride kafasına koyup diplomasını almayı planlasa da, şimdilik odağının bu olmadığını söyledi. Süreçte, ya okula ya da sevdiği sektöre zaman ayırması gerekiyormuş, ikisini aynı anda götürmek zormuş.
“Üniversiteden vazgeçip sektöre adım atmak gibi bir durum değil, sadece ikisinin arasında bir karar vermek zorunda kalıp, sektörü seçmek durumu var. Hem aile, hem bireysel aldığın haz hem de kazancın bu kararı verirken etkili oluyor,” dedi.
Türk toplumunda genel olarak bu sektöre biraz önyargı ile yaklaşılsa da, Emre’nin ailesi onun hangi işte mutluysa orada kalmasını çok desteklemiş.
“Annem diplomanı alacaksın derken, şampiyonluktan sonra ‘kupayı alacaksın, Sydney'den getireceksin bize,’ demeye başladı. Öyle bir dönme yaşandı, boşver diplomayı,” diyerek gülüyor.
Gece hayatına yönelik kötü algıların yavaş yavaş yıkıldığını gözlemlediğini söyledi. Belli kesimlerin giderek kokteyl kültürüne merakının arttığını, tat profillerine ilgi duyduğunu, nasıl bir kokteyl istediklerine dair yorumlar yapabildiklerini söyledi. Pandemi ve enflasyonun hayatlara etkisini görebilse de, şaşırtıcı bir şekilde kendi sektöründe talebin arttığını söyledi.
“İnsanlar belli bir saat mesai yaptıktan sonra kazandıkları para ile kendilerini tatmin etmek istiyorlar ama kazançlarının büyük çoğunluğunu vermek zorunda kalıyorlar. İnsanlar içlerindeki açlığı doyurmak zorunda ve bunun için uzun vadeli hazlardan ziyade kısa vadeli hazlara dönüp, yeme-içme sektörüne yöneliyorlar. ‘Ben kendime, telefon, kulaklık, cart curt alamıyorsam, doyururum kendimi, içki içerim o zaman ben de. Bunu yapacaksam kalitelisini yaparım,’ diyorlar,” dedi.
25. Yaşının bir dönüm noktası olduğunu düşünüyormuş; kendini olgunluk ve gençlik arasında ince bir çizgide görüyormuş.
“O çocuğu yaşatacağım çünkü onunla varım ama aldığım kararlar hayatımda uzun vadede temel oluşturabilecek kararlar. Yapacağım hatalar, uzun vadede geri dönüş yapılabilecek hatalar. Aslında riskli bir yaş ama bir yandan da çok keyifli bir yaş çünkü tam ortasındasın, hem gençsin hem olgunsun, ikisinin tadına varıyorsun.”
Eee o zaman her şeyin tadına varmaya içelim mi?
Hadi şerefe!
Not. beni Emre ile tanıştıran Beliz'e çok teşekkür ediyorum.
Bu yazı 20’liğin sayısında yayımlanmıştı.