Arzucan Aşkın yazlarını Ege kıyılarında geçirirken, serbest dalış yaparak denizden kırık camlar, deniz kabukları, hatta amfora bile çıkarıp ahşap hazine kutusuna koyarmış. Keşif ve okyanus merakını kendine ‘okyanusların bebek Indiana Jones’u’ unvanını vererek özetliyor. Benimle buluşmasına teknik dalış eğitimi için geldiği Endonezya’dan bağlanıyor. Çok tatlı bir kafede, arkada köpek havlamaları ve hafif bir müzik duyuluyor. Yemek kültürüne olan sevgimiz ile ilgili heyecanlı heyecanlı konuştuktan sonra, asıl konumuza dönüyoruz.
Arzucan, Berlin doğumlu bir bilim insanı (conservation scientist), teknik dalgıç, okyanus kaşifi ve denizci. Onunla 2021 Avrupa Rolex bursunun sonunda buluşuyoruz. Her yıl üç dalgıça verilen bu burs, bir sene boyunca dalış eğitimlerini ve deniz araştırmalarını karşılamakla kalmıyor, National Geographic ve Manta Trust gibi büyük organizasyonlarla işbirlikleri yapmalarını sağlıyor — hatta önümüzdeki sene bir National Geographic Explorer olarak üç ay köpek balıkları ile çalışacak.
“Mümkün olacağını düşünmediğim şeyler yaptım,” diye bana senesini anlatmaya başlıyor. Listesinde köpek balıkları ile çalışmanın yanında 11 metrelik plastik bir yelkenli ile buzullar arasından 80 derece kuzeye gitmek de bulunuyor. Kuzey Kutbu'nda geçirdiği bir ay boyunca mavi balinaların iletişim şekillerini gözlemlemiş. Balinalar da oyuncu ruhlarını, Arzucan ve ekip arkadaşlarına göbeklerini göstererek sergilemişler. Arzucan, okyanus bilimleri için yaşıyormuş. Bu söyleminde bir abartı olmadığını biliyorum çünkü uykuyu saymazsak, bu geçtiğimiz sene suyun altında geçirdiği süre karada geçirdiğinden daha fazlaymış. Yaptığı şeye bu kadar tutkuyla bağlanan insanlarla konuşmak çok ama çok keyifli. Konuşmamızın bitmesini istemediğimi ilk dakikadan anlıyorum. Abartmıyorum.
Deniz Aşkına!
Arzucan, Türkiye’de geçirdiği yaz aylarının “klasik Almanya’da büyüyen Türk çocuk hikâyesi” olduğunu söylüyor. “Anne-baba türkiye nostaljisi ile yaşıyor ama dönmüyoruz. Her yaz bir nostalji ile Ege’ye gidiyoruz.”
Bu yaz aylarının denize olan aşkını başlattığını söyledi. Küçükken hazineler topluyor, Antalya’ya gelen Caretta Caretta’lara yardım ediyormuş. Yürümeyi öğrenmeden önce yüzmeyi öğrenmiş. Birçok insanın değmek istemediği deniz yosunlarının içinde yüzermiş ve onu denizden çıkarmak imkânsızmış. Hatta bir gün Samos adasına yüzme hedefi ile o kadar açılmış ki annesi köyün polisini ve deniz kurtarma gruplarını çağırmış.
Deniz ve okyanusların onda özgürlük duygularını çağrıştırdığını söyledi. Her suyun birbirinden farklı olduğunu, onların renklerini, sistemlerini, içlerinde barındırdıkları yaşamı gözlemlemekten ve çoğu kişinin görmediği bir şeyi keşfetmekten çok zevk aldığını paylaştı. Başlarda denize olan aşkını herkes bir hobi olarak görse de Arzucan bunu tam zamanlı yapmak istediğini küçüklüğünden beri biliyormuş. Bu yüzden avukat ve doktor olma öğütlerine kulak asmayarak (ve annesine söylemeyerek), 16 yaşında Birleşik Dünya Kolejleri'ne başvurup bir burs almış. İki senesini Hong Kong’da geçirmiş. Burada bilimsel dalış eğitimleri almış, World Wildlife Fund ile mercanları gözlemlemiş, resiflerden örnekler almış ve araştırma yapmış. Bu süreçte de deniz bilimlerine girmesini destekleyen çok kişi olmuş. Öğrendiği en önemli derslerden biri de okyanusları korumanın biyoloji ile değil politika, ekonomi ve yönetim ile ilintili olduğuymuş. Bu yüzden üniversite için London School of Economics’te Human Geography adında bir programa başvurmuş. Eğitimi boyunca okyanus odağından sapmamış.
“Bir grup sosyal bilimciyi bir tekneye koyup, Birleşik Krallık etrafında yelken yaparken disiplinlerini kullanarak okyanus problemlerini gözlemlemek gibi çılgın bir fikrim vardı. Hocalarım ilginç bulsa da, yapmak için para bulamayacağımı söylediler,” dedi.
Buna rağmen Arzucan bir bursa başvurarak hibe almış ve ilk deniz sosyal bilim seferini gerçekleştirmiş. Tarihçi, avukat, politik bilimci ve ekonomistlerden oluşan bu grup Sail Britain işbirliği ile Birleşik Krallık kıyılarında yelken yapmış ve sosyal bilimlerin okyanus bilimleri için önemi ile ilgili bir rapor yazmışlar.
“Değişimi teşvik eden bilgiler bulmak ve sunmak istiyorum.”
Arzucan 1970’lerden beri dünyadaki köpek balığı nüfusunun %70’ini kaybetmiş olmanın verdiği aciliyet hissi ile, insanlar ve köpek balıkları arasında bir bağ kurmaya çalışıyor. Okyanus koruma çalışmalarında amacı bilgi ile değişim yaratmak.
“Değişimi teşvik eden bilgiler bulmak ve sunmak istiyorum,” dedi.
Oxford Üniversitesi’nde mastırını da aynen bunun üzerine yapmış. Maldivler'de tekneler yüzünden yaralanan köpek balıklarını incelemiş ve farklı kültürlerin köpek balıklarına karşı hislerinden, bu hayvanların karizmalarını anlamaya çalışmış; daha köklü ulusların köpek balıkları ile güçlü bir ilişkisi varken, daha yeni ve modern ulusların bu canlılara karşı olduklarını gözlemlemiş.
Empati üzerinden, köpek balıkları ile ilgili negatif görüşleri değiştirebileceğine inanıyor. Bu yüzden hikâye anlatıcılığı ile insanlar ve köpek balıkları arasında bir bağ kurmayı önemsiyor.
Her şeye rağmen, devam!
Değişim ve koruma alanlarında çalışan insanlara hep nasıl umutlu ve pozitif kaldıklarını sorarım. Asırlık alışkanlıkların ve politikaların değişimi, uzun ve kalp kırıcı bir süreç olabiliyor. Kimi zaman insanlar kafalarını çeviriyor ya da durumun ciddiyetini anlamıyorlar. Arzucan burada duygularını görmezden gelmemenin ve hissetmeye izin vermenin önemini vurguluyor.
“Bence ne kadar kötü şey görürsen, o kadar pozitif oluyorsun çünkü güzel şeylerin değerini daha iyi anlıyorsun. Ağladığım çok gün oluyor. Tabii ki bilim dalında bir kadın olarak senden ‘maskülen’ tavırlar bekleniyor ama kimin umurunda? Ağlıyorum ama yine de bilim alanında çalışıyorum ve veri topluyorum.”
Bazen beraber çalıştığı profesyonel sualtı fotoğrafçısı partneri Jono’ya her şeyi bırakıp domates çiftçisi olacağını söylese de, bu tutkusunu bırakamayacağını biliyor — ayrıca hayatı boyunca ona burslar ve maddi, manevi destek verenleri yüzüstü bırakmak istemiyor.
Arzucan spesifik coğrafyalarda çalışınca değişimin daha olası olduğunu söylüyor. Küçük çaplı verimli aksiyon, büyük etkilere neden oluyor. Çapı genişlettiğinizde ise durumlar daha umutsuz gözükebiliyor.
“Duygularını yaşamaya izin ver. Koruma çalışmalarının iç karartıcı olabileceğini, hatta bazı şeylerin artık geri dönüşü olmadığını, kabul et. Ben pragmatik biriyim, değiştirebileceğimiz şeylere odaklanmalıyız — ve zaten değişebilecek çok şey var.”
Arzucan, 15 yaşından beri hareket hâlinde. Yani 11 senedir, temelli bir evi yok. Rolex senesinde bile neredeyse her iki haftada bir ülke değiştirdi — uçmanın çevreye zararını da telafi etmeye çalıştığının altını çizdi. Eşyaları dünyanın çeşitli yerlerinde aile ve arkadaşlarının evlerinde, kutuların içinde duruyor. Araştırmalarda gerekli olan izin belgeleri geciktiği için iki aydır Jono ile Endonezya’da ve yeni yıla kadar orada kalmayı planlıyorlar. Burada hasta bir köpeği iyileştirdiler ve bölgedeki balina köpek balıklarını korumak için bir proje başlattılar.
20’lerin belirsizlikle dolu olduğunu söyledi.
“Her şey durmadan değişiyor. Sen değişiyorsun, dünya değişiyor, Hayat planların değişiyor, sanki her sene yeni bir insan oluyorsun.”
O zaman değişime, masmavi bir denizmiş gibi, dalmanız dileği ile.
***
Arzucan'ın projelerini takip etmek, seferlerine katılmak ve onunla çalışmak için buraya tıklayabilirsiniz.
Bu yazı 20’liğin 3 Kasım 2022 sayısında yayımlanmıştı.