Sümeyye’nin evine adımımı attığım an beni kedisi Paşa karşılıyor demek isterdim, ama karşılamıyor. Hatta beni pek sallamıyor. Olsun. Sümeyye ile röportajımızı Zoom üzerinden temmuz ayında yapıyoruz, ardından eylülde bir araya geliyoruz. Yani uzun süredir bu röportaj pişiyor… Konuşuyoruz, sonra da incirli ve karamelize soğanlı focaccia yapıyoruz — yani daha doğrusu o yapıyor, ben izliyorum ve ne kadar incir konulması gerektiği üzerine fikir beyan ediyorum.
Sümeyye Karaca Kadıoğlu, 26 yaşında Sivaslı ama doğma-büyüme İstanbullu bir içerik üreticisi ve şef. Instagram'da hem bolca yemek tarifi, hem de mekan önerileri paylaşıyor. İstanbul’a bayılan, bünyesi kaosa alışık olan biri. Yemeğe olan ilgisini garson olarak çalışmaya başladığı salaş bir kafede fark etmiş. Altı kardeşin dördüncüsü olan Sümeyye, ailesinden bir şeyler isteyebilen biri değilmiş ve üniversite sınavı hazırlık kitaplarının parasını ailesinden almak istemediği için garsonluk yapmaya başlamış.
“Garsonluğumu çok beğenmedikleri için, mutfağa attılar beni,” diyerek gülüyor. “Sonrasında mutfakta istediğini yap dediler, o ‘Gibi’ sahnesinde salaş balıkçı var ya, o tarz bir yerdi. Ben de alakasız soslar yapıyor, araştırıyordum. O zaman dedim ki, ben mutfakta iyiymişim. İşe girerek keşfettim, öyle alaylı devam ettim bir süre.”
2018’de ise mutfak üzerine eğitim almış. Burada Fransız mutfağını da öğrenerek, bilgilerini köklendirmiş. Mezun olduktan sonra hedefi, 4-5 yıl çalışıp ardından dijitale geçmekmiş. Bu süreçte İtalyan restoranında da, Uzakdoğu restoranında da çalışmış. Kasaplık da yapmış, pastane şefine asistanlık da yapmış.
“Girdiğim yerde 5 yıl kalıp orada yükselmek gibi bir hedefim yoktu, tüm mutfaklarda çalışıp bilgi birikimi edinmek istiyordum açıkçası,” diyor.
Dijitale geçişi pandemi döneminde gerçekleşen Sümeyye, kendine bu büyük ve karmaşık mecrada yer edinme sürecinin kaykayın üstünde olmak gibi hissettirdiğini belirtiyor.
“Oldu, olmadı. Su gibi akışkan hissettirdi. Sağlam bir zemin değildi. Kimse ne yapacağını bilmiyordu. Pandemide herkes çok salça olmuştu, ben de biraz onun parçasıymış gibi hissediyordum,” diye paylaştı.
Ancak bu kadar fazla içeriğin çıktığı bir mecrada, giderek kendine bir yer edinmeye başlamış. Kendi sesini bulmuş, içeriklerini oturtmuş ve en önemlisi başkalarının ne düşündüğüne çok kafa yormamaya başlamış.
“İlk girdiğimde bu girdaba, kaybolmuş gibi hissetmiştim. Sanırım son iki yıldır oturdu. Kaygısız yapınca işimi daha iyi yaptığımı düşünüyorum, diğer türlü bir yarış vardı sanki, o yarışı hissediyordum kendimde. İnsanlar tariflerimi deniyorlar mı kaygısı vardı mesela. Ya bırak denemesinler yani, sen kendi işini yap, takıl, eğlen. Birazcık ona evrildi şu anki durumum,” diyor.
Sümeyye’nin videolarında halini muzur olarak özetleyebiliyorum. Güzel tarifler ve akıcı bir anlatımın yanısıra, izleyicisini güldürüyor. Hatta yakın zamanlarında paylaştığı bir videonun altına gelen yorum “Bu kızın yanında moralinin bozuk olmasının imkanı yok. Mod yükseltici özelliği var.” Gerçekten de güzel bir enerjisi var. Ve biz Sümeyye ile görüştüğümüzde enerjiler üzerinden çok konuşuyoruz.
Mesela, Sümeyye yaptığı yemekleri çok yemediğini paylaşıyor. İnsanları beslemeyi sevdiğini, ve yemeğin tadına baktıktan sonra eşine, dostuna dağıttığını belirtiyor. Enerji konuşması da burada devreye giriyor. Sümeyye’nin eskiden yeme bozukluğu varmış, ancak yemek yapmaya başladığında bir “enerji aktarımı” yaşadığını paylaşıyor.
“Bir yerde okumuştum; insanlar yemek yapmaya başladığı ve içindeki o yaratıcılığı sevk ettiği noktada, yemeyi kesiyor. Enerjiyi oraya aktarmakla ilgili. Ben ne zaman yemek yapmaya başladım, o zaman yeme bozukluğumu atlattım,” diyor.
Bunun yanısıra, farklı restoranlarda yaptığı gözlemler sonucu, pişirdiğin yemeğin insan olarak yaydığın enerjiyi çok etkilediğini belirtiyor. Mesela kasaplık deneyiminin sonucunda, et ile “haşır neşir” olmanın etkisinden hoşlanmamış.
“Pastacıların çalıştığı yerlerde sürekli vanilya kokusu olur ve enerjileri daha stabildir. Soğukçular genel olarak çok ciddi çalışırlar. Sıcak, alevlerin içinde sürekli terler, etrafa bulaşır. Eti yapan insanlar sürekli kavga modundadır, mücadele içindedir.”
Sümeyye, kendini en çok soğukçulara yakın görüyor. Meyhanede çalıştığı dönemde bolca meze yapmış ve onların iş bitirici, iş-odaklı haline yakın hissetmiş. Şu an, içerik üretmeye de aslında meze yaparmış gibi yaklaşıyor. Gereken araştırmayı yapıyor, hazırlıyor ve ardından kitlesi ile paylaşıyor.
Bir tarif yazarken ilk kendine soru sorarak başlıyor. Mevsimlik meyve ve sebzelerden ilerleyerek, kendini yokluyor. Bunun içine neler katardın? Nasıl yemek istersin bunu? Nasıl farklı yapabilirsin?
Bu soruların ardından, yapacağı yemeğin arka planını araştırıyor.
“Diyelim Fransız tatlısı yapıyorum. Fransa’da ne kadar değer görmüş bu tatlı onu araştırıyorum. Onların jargonunda nasıl, hangi öğünde yiyorlar, talep var mı, yok mu?” diyerek sürecini anlatıyor.
Bu süreci videolarında yansıtmıyor ama kendini bu hayal dünyasına koyduğunda, yani mesela bu tatlıyı Fransa’da bir müşterisine servis ediyormuş gibi düşündüğünde, daha mutlu oluyor.
“Derinlemesine girdiğinde, daha güzel işler çıkıyor,” diyor.
Video içerik üretmenin en zor kısmının tüketilme hızı olduğunu belirtiyor. Yani bir video hazırlaması beş saat sürüyorsa, en fazla iki saatte tüketildiğini belirtiyor. Bu döngüye girildiğinde, kaybolmanın ve durmadan kitlesi için kendinden taviz vererek üretmeye devam etmenin çok kolay olduğunu belirtiyor. Bu nedenle sınırlarını çizmeye çok dikkat ediyormuş. Video çekmediği bir gün ise, sosyal medyada çok aktif olmuyormuş.
“Yani sanki haftalık bir limitim var, o limiti doldurmuşum gibi davranıyorum. Kendimle kalıyorum. Bu sınır olmadığında kaybolacakmışım gibi hissediyorum,” diye paylaşıyor.
Bu sınırı çizebilmek de aslında herkesin yolunun kendine has olduğunu kabul etmesi ile mümkün olmuş. Benlikler farklı olduğu için, iki kişi aynı işi yapsa da aynı sonuç çıkmayacağını belirtiyor.
“Bir şeylerin yarış olması benim hayatımda ve bakış açımda yok. Zamanında çok aşmaya çalıştığım bir şeydi, 20'lerimin başında çok kıyas yapıyordum. Sanırım kendime yapabileceğim en kötü şeydi. O kıyaslamayı kırdığımda önüm çok açıldı. Ekonomik etkenler var, ülkenin durumu, bunlar zaten 20'li yaşları etkiliyor ama kıyaslamayı durdurabilirsek, ilerleyebileceğimizi düşünüyorum.
20’lerin neşesinin ve coşkusunun farklı olduğunu belirten Sümeyye, yaş aldıkça konfor alanlarının ve rutinlerinin artığını belirtti.
“20'li yaşlar, başlama enerjisi. Bir çok şeye başlayıp devam ettirebileceğin bir yaş,” diyor. Bu başlama dürtüsünde, içselleştirilmiş düzenlerin kırılmasını, insanların farklı işler yaparak potansiyellerini çıkarmalarını, parlamalarını istediğini söylüyor.
Konuşmamızın sonunda yaptığı brownielerden yiyoruz. Frambuazdan pembeleşmiş, lezzetli sosunu üstüne döküyoruz. Isırıklar arasında, dudaklarımızın kenarlarında brownie kırıntılarını görmezden gelerek, Sümeyye’ye yemekle ilgili ilk anısını soruyorum;
“Küçük bir yaşım geldi aklıma. Uysal, kendi kendime oyun oynadığı için annem beni arada yalnız bırakırdı. Kendime çikolatalı puding yapmıştım. O paketten çıkanlardan. Dibi tutmuştu, çok severim. İçine üç bardak süt koyduğum bu karışımın hepsini yemiştim. Öyle bir pudding girdabına girmiştim ki…"
Bu hikayeye gülerken, saate bakıyoruz. Ding! Foccacia’lar hazır. Mutfak sıcacık hamur kokuyor. O zaman, Sümeyye’nin videolarında da dediği gibi “sunumlarcaaa.” Afiyet olsun.
Bu yazı 20’liğin 16 Kasım 2023 sayısında çıktı.