Sevgili 20’lik,
Bana ayırdığın kalbin kadar temiz bu sayfa için teşekkür ederim, misafir editörlüğe geldim.
Bu hafta konumuz yolda olmak, yolcu olmak, yolculuk yapmak ve tüm bunların bizde çağrıştırdıkları. Ben bu aralar ekseriye yürüyerek yola revan oluyorum, çünkü kış geldi ve evimin 2 km çapından uzağa gitmeye niyetim yok. Yürürken overthinklememek için de kendime bir renk seçiyorum, yol üzerinde o renkteki her şeyi görmeye çalışıyorum.
Ve tabiki müzik dinliyorum. Bu sayıyı hazırlarken hepimizin aklına başka yolculuk şarkıları düşmüş, ben tüm hafta Mirkelam ve Kargo’nun Yollar’ını dinledim.
Kalabalıklaşan şehirler, asfalt kaplanan mahaller ve uzayan yolculuklar bizi içimizde bir yolculuğa da davet ediyor. 2022’de Finlandiya Lapland’e gittiğimizde bir otobüs yolculuğunda belki de hayatımın ilk ve tek panik atağını geçirmiştim. Önüm arkam sağım solum kardan bembeyaz iken sonu gelmeyen bir yola çıkmış gibi hissetmiş ve derin nefesler alarak sakinleşmeye çalışmıştım. Nafile! Ama neyse, deneyim oldu.
Bu hafta yolcu olma hallerimizi konuşuyoruz.
🚃 İlk durakta Irmak yolda olmanın varoluşsal sancılarıyla karşılıyor bizi.
🚕 Kardelen taksi yolculuklarının zoraki sohbetlerini anlatıyor.
🧘♀️ Büge ise takside zen modu aktive etmenin peşinde.
🪑 Son olarak uzun bir yolculukta Gözde’nin yanına oturuyoruz.
Kemerlerinizi bağladıysanız, başlayalım!
Kabin amiriniz,
Merve
Küçük bir varoluşsal sancı: Geldik mi?
“Vardığım yerin kendisi değil de geçtiğim yerlerde gördüklerimdir belki aslolan.”
Yazı:
Merhaba sevgili 20’likler, nasılsınız? Ben iyiyim, birkaç ay herkesten izole yaşayıp kafamı topladım ve Hollanda’ya döndüm. Tam da bu dönüş yolculuğunda, yolda olma temasında bir bültenimiz olacağını gördüm ve yazmak istiyorum diye atladım hemen. Yolda olmak fizikselden ziyade daha sembolik bir yerde canlandı benim kafamda. Küçükken bir yere gidiyor olduğumuzda beş dakikada bir “geldik mi” diye sorduğumu hatırladım ilk olarak. Akabinde aslında hayatta da hala “geldik mi, geldik mi” diyip durduğumu fark ettim. Hem de bu sefer nereye gittiğimi bile bilmeden!
Nereye gittiğini bilmeden gitmek bana biraz korkutucu geliyor-du galiba. Daha önceleri de konuştuğumuz gibi, hayatı çok siyah-beyaz zannetme eğilimim, yetişkinliğe geçtiğimde beni epey zorladı ve zorluyor. Belli bir doğrusu vardır zannettiğim hayatın dallı budaklı, birden fazla gerçekliği içinde barındıran ve belli bir varış noktasına sahip olmayan bir yol olduğunu anlamam sancılı oldu. “Herkes her şeyi yola koyuyor — iş bul, evlen, çocuk yap — ben ne istediğimi bile bilmiyorum” gibi kaygılar kafamda cirit attı uzunca süre. Hatta bu yüzden geride mi kaldım, diye sormuştum bir keresinde burada. O zaman aldığım cevaplardan biri hayat lineer olmadığı için ileri veya geri yok; farklı noktalar var sadece, diyordu.
Yolda olmak hakkında düşündüğümde de aklıma bu geldi. Benim geldik mi geldik mi dediğim nihai nokta da aslında var olmayan bir yerdi. Yaşadıkça zaten hep yolda olmayacak mıydık? Fark ettim ki “Şu bitsin, istediğim şeyi o zaman yapacağım” diye yaşamayı ertelemek işte bu yüzden manasızdı. Şu bitsin dediklerimiz bittiğinde, bambaşka dertlerimiz veya sorumluluklarımız olacaktı. Şu andan bakıp topu gelecekteki halimize atarken, ne kadar emin olabilirdik ki gelecekteki halimizin nasıl olacağından? Karşımıza neyin çıkacağını bilmediğimiz bir yoldu çünkü bu. Evet, korkutucuydu gerçekten ama bir arkadaşımın dediği gibi, yürüdüğümüz ve yeni şeyler gördüğümüz sürece doğru yoldaydık. Bilebileceğim tek şey de buydu.
Tam olarak bunları içimden geçirirken bir karar verdim. Ben artık “geldik mi” sorusunu bırakıp etrafıma bakmak istiyorum. Vardığım yerin kendisi değil de geçtiğim yerlerde gördüklerimdir belki aslolan. Siz ne dersiniz?
Not: Yoldaşım (pun intended) Ulaş Barış Demir’in yol playlistini sizinle paylaşmak istiyorum bu vesileyle. “Benim her yere gidesim var hiçbir yere dönesim yok” diyerek.
Uydurma Hayatlar Antolojisi: Taksi Yolculukları
Yolculuk personalarıma sırasıyla rol veriyorum.
Yazı:
Mesafenin uzunluğu ya da kısalığı fark etmeksizin yolculuk esnasında insanın aklına birçok senaryo gelir. Cama kafamızı yaslarız ve maalesef ki cama çarpmaktan düşünmeyi bazen unuturuz, kulaklığımızı takarız, uzun zamandır aramadığımız kişileri ararız, yolu seyretmeye koyuluruz ya da taksideysek şoför ile sohbete dalarız. Peki yeni tanıştığımız kişilere küçük, tatlı, beyaz yalan olsa da ne kadar yalan söylüyoruz? Mesela, bu kısa bir taksi yolu mesafesi ise bilinçli/bilinçsiz kendimizi yanlış anlatıyor olabilir miyiz? Evet, olabiliriz.
Araştırmalara göre insanlar, yeni tanıştıkları kişilere genellikle ilk 10 dakika içerisinde 2 ya da 3 yalan söyleyebiliyor. Bu yalanlar tabii ki korkutucu boyutta değil; kişinin kendisini daha güzel, daha yüksek statüde göstermek için söylediği “abartı” cümleler. Amaç, karşı tarafın nezdinde olumlu bir intiba bırakmak. Mesela çoğumuz iş görüşmesinde yapabildiklerimizi abartmıyor muyuz? ABD’de yapılan araştırmaya göre, ilk 10 dakika içerisinde yalan söyleyen insanların oranı %60’lara dayanıyor. Karşılıklı güven ve derin iletişim gerçekleştiğinde ise yalan söyleme oranı azalıyor. Gündelik yaşantıda benim kendimi hem yakın hem de uzak hissettiğim ortam taksiler oluyor. Ne de olsa gideceğim yere güvenli bir şekilde varabilmem, hiç tanımadığın birinin elinin altında. Genel olarak konuşmayı tercih etmiyorum ama konuşursam ne anlatacağım kaygısı yol boyu aklımdan gelip geçiyor.
Bazen herhangi bir cümleyi bolca “hı hı” ile geçiştiriyorum, fikirlerime zıt düşünceleri duyarken afallasam da açıklama yapmaktan kaçınıyorum ve varacağım yere varmak için metreleri sayıyorum. Benim aksime, takside sohbet eden kişilere imreniyorum. Ne konuştuklarını sorduğumda da kendilerini olmadıkları gibi anlattıklarına yönelik yanıtlar alıyorum.
“Kendimle ilgili hep aynı şeyleri taksicilere anlatmaktan sıkıldım. O yüzden farklı hikayelere yöneliyorum. Babamla ilgili bilgi verme gereksinimi de hissediyorum bazen, bilin benimle ilgili kötü şeyler aklınızdan geçmesin diye. Artık kadınlarla ilgili kötü hikayelerden korktuğum için böyle yapıyorum.” (D, 26, öğrenci)
“Ankara’dan İstanbul’a sık sık giden biri olarak, kazıklanmamak için İstanbullu gibi davranıyorum. Kadın olmanın zorluklarından ötürü (olmayan) abimin ya da (olmayan) erkek arkadaşımın evine gidiyor oluyorum, maalesef.” (A, 23, öğretmen)
“Hep yaşım, memleketim ve okuduğum okul hakkında yalan söylüyorum. Bir seferinde mekatronik mühendisliği okuduğumu söyledim ve taksicinin oğlu da bunu okuyormuş. Sebebim ise; korkuyorum açıkçası, karşımdakinin sapık oluşundan veya sığ düşüncelerine maruz kalmaktan yalan söyleyerek kendimce koruyorum.” (A, 22, öğrenci)
“İstediğim kişi olup, istediğim işi yapan biri gibi davranabiliyorum, birkaç dakikalığına. Mesela en sevdiğim; üniversiteden sonra bursla ABD’ye gidip Tesla’da mühendis olarak işe girdiğimi, oturma izni aldığımı, ailemi arada görmek için geldiğimi salladığım olmuştu. Böyle basit ve anlık yalanların eğlenceli, zihin açıcı olduğunu ve hikaye anlatıcılığı, yazarlığı ve yaratıcılığı geliştirdiğini düşünüyorum.” (C, 29, sosyal medyacı)
“Taksicileri kendi silahlarıyla manipüle ederim, her sunduğu argümana ‘yanlış mıyım abi, yalan mı’ diyerek. Sokrates geleneğinin en iyi takipçisi Türkiye taksicileridir. Taksiciyi bilmediği alanlara savuracaksın. Belediyede çalışıyorum demiyordum, ‘özelde çalışıyorum abi’ diyorum geçiyorum yıllardır.” (S, 32, kurumsal iletişimci)
“Bedava danışmanlık talebiyle kafam şişmesin diye mesleğimi farklı söylüyorum.” (Y, 30, avukat)
“Güzel olduğumu ve güzellik parası alacağını söyleyen tacizci taksiciye ‘evliyim’ dedim. Kadın olmak, güvende asla hissetmemek çok korkunç.” (S, 24, sanat yönetmeni)
“Taksici sigara içiyorsa astımım var diyorum.” (T, 36, podcast üreticisi)
Yanıtlardan anlaşılacağı üzere takside, otobüste, uçakta kısacası bilmediğimiz kişilerle yaptığımız yolculuklarda “yalan söylemek” toplumsal cinsiyet eşitsizliği ve güven duygusu ile ilgili. Ha bir de hayali karakterler üretmenin eğlencesiyle. Sanıyorum ki taksiler, farklı farklı personalarımıza rol vermek için en uygun yer.
Takside Zen Modu: Yolda Olmak ve Anlamsız (?) Diyaloglara Yer Açabilmek
Evrenin her seferinde bana başka bir profilde taksici yollaması üzerine. Yer & Zaman: İstanbul trafiğinde geçen bir yıl. Eh, yolcuyuz biz.
Yazı: Büge Erel
Ne kadar kaldı? Navigasyona bakayım, 45 dk. Uber bir alternatif önermiş mi, cık. Uyusam, uyuyabilir miyim? Abartma Büge, o kadar da değil. İyi de ne yapalım o zaman, yolcuysan yolculuğunu bil, diyen iç sesim.
Evrenin, her bir şeyi sebeple karşıma çıkarırken, konu bağlantısallığa gelince taksicilerle ilgili biraz konuyu mazur gördüğünü düşünüyorum.
Başlığı alakasız bulan herkes için tezlerimi hazırladım geldim (bu savunma da ne bileyim…) hazırsanız İstanbul trafiğinde taksilerin, ve yolculukta yaşadığımız diyalogların nelere kadir olduğunu konuşacağız.
Başıma gelen, kendimi içinde bulduğum, bir şekilde özgür irademle yaptığıma inandığım her şeyin bir sebebe bağlı olduğunu düşünürüm. Veya düşünürdüm.. Ama diyorum ya ta ki, İstanbul trafiğinde hiç bir konu filtresi olmadan konuştuğum bir diyaloga düşene kadar.
Saat sabahın sekizi, ya işe gidiyorum ya da bir yere erkenden bir sözüm var anımsayamıyorum. Bulduğum taksiye sevinirken, şoförün bir süre trafiğe sövmesini dinliyorum. “Evet” diyorum “haklısınız, bu ciddi bir stres işi”. Bak, bak, gaza getirmede üstüme yok. “Binbir çeşit insan var ya, hakikaten kim bilir kaç farklı insan görüyorsunuzdur abi!” Bu konuda kullandığım birkaç jokerim var, bu da onlardan birisi. Sonra inanılmaz beklenmedik bir benzetme geliyor taksiciden; annemin Samsunlu, babamın Manisalı olduğu bilgisini de edindikten sonra, görünüşümün anneme, huy, zihin yapım olarak da babama benzediğimi öngörüyor…
Muhabbetin kapsamını yakalayabildiniz mi? Ben de öyle düşünmüştüm. Yok.
Tabii bu diyalogu farklı muhabbetler de izleyebilirdi; günün herhangi bir saatinde hiç tanımadığınız o kişiden, aslında taksiciliğin asıl mesleği olmadığını, veya karısıyla nasıl tanıştığını dinleyebilirdiniz. Çocukluk arkadaşının nasıl ünlülerle tanıştığını veya trafikte çalışmanın ne kadar stresli olduğunu da dinleyebilirdiniz (kesinlikle haklı bu arada!). Ve aslında, tüm bunları yazsa kitap olacağını. Olur da. Göreceğimiz üzere, yelpaze epey bir geniş.
Doğma büyüme burada yaşıyorum, muhakkak bu muhabbetlerden en az biriyle daha önce de karşılaşmıştım, karşılaşıyordum. Fakat, bir noktada bir şeyi fark edersiniz ve bir daha asla bilmiyormuş gibi yapamazsınız ya, biraz öyle bir konu işte.
Tüm bu saçmalığın içerisinde, işimize yarayan bir nokta da var diyerek, bir tık ileri gideceğim. TAKSİLERDE YAPTIĞIMIZ DİYALOGLAR, KESİNLİKLE GÜNDEMİNİZDE OLAN KONULARDAN BAĞIMSIZ, İÇSEL ÇALIŞMANIZLA ALAKASI YOK, VE TAM DA BU YÜZDEN TAM İHTİYACINIZ OLAN ŞEY. Ya da en azından benim için öyle, görelim elleri.
Şimdi bir persona anlatacağım, gözünüzde canlandırın istiyorum. Yavaşlık nedir bilmiyor, en son ne zaman oyun oynamış hatırlamıyor.. Eğer muhabbet boş ise, mutlaka bir bahane buluveriyor kaçmak için. Bu kişiye A kişisi diyelim. Takside bile çalışmayı düşünecek kadar tüm sekmeleri sadece ve sadece işe yönelik çalışıyor bu A kişisinin. Bir de diğer bir tarafta, birçok şeyi aynı anda yapabilmeyi arzulayan, ve sevdiği işini taksiye de taşıyıp, evdeki zamanını maksimize etmeye çalışan bir B kişisi var.
Çalışmaya ilk başladığım zamanlarda, önce bu ikisinin arasında bir yerlerde buluverdim kendimi. Takside bana bir umursamazlık, bir rahatlık yüklenmesi çok yeni, daha son bir kaç senedir. Zamanın olmadığı bir yerde muhabbet eden bir C kişisi yarattım böylece. C kişisi kim mi? Tamamen boş yapıyor, kelimenin tam anlamıyla hiç umursamayacağı hayatlara “vah vah” diyor, trafik kurallarını bozan arabalara en az şöför kadar sövüyor vs.vs listem uzar gider.
Bir kere sadece yolcuyken, yola bakmadan ilerleyebilirim?
Bu değişim nasıl mı oldu? Sanırım hikaye şundan tetikleniyor. Sanki şehrin tüm koşuşturması, takside bir ekstra biniyor omuzlarınıza. Daha bir iş kadınısınız mesela, evde çocuğunuz bekliyorsa daha bir telaşlısınız, daha çok hayalini kuruyorsunuz evde kuracağınız yemek masasının. Trafik bir etken olabilir, izlediğimiz tüm o diziler biraz etkilemiş olabilir.. Ama bir noktada tüm bu ağırlığın, o hızın içerisinde sabit bir hızla gitmenin / gidememenin dank ettiği bir an oluyor. Tam da o sırada, C kişisinin karakteristik özellikleri kendini göstermeye başlıyor sanırım. “Amaan” diyebildiğiniz bir an. Farklı hikayeleri dinlemek, hareketlilik içerisinde durup öylece yeni bir sekme açmadan yolda ilerlemek, bir şekilde bana iyi gelen, ve tercih ettiğiniz bir seçenek olabilir.
Ha bu arada, bazı anlar var ki tüm günün sessizliğinden kaçmak istiyor insan. Sessizlikte birlikte oturabilmek de yolculuğa dahil mi (gkfj ne!)?
Belki de her şeye çok da anlam yüklememeyi lisede yaşadığım anlamsız arkadaşlıklar değil de, taksi yolculukları öğretmiştir?
Evrenin işine sözüm yok, o müsamaha geçiyormuş gibi yaparken bile planlar yapıyordur, ona da alıştık.
Yoksa, hey taksi, bütün işlerim gi-decekti- aksi.
İster sessizlik arayışında olun, ister İstanbul'un gürültüsünde kaybolmak isteyin, her yolculukta bambaşka hikayelerle, farklı karakterlerle tanışabilirsiniz; çünkü sonuçta, evren planlarını yapadururken, biz hala yolcuyuz.
Cam Kenarı Lütfen!
“Sürekli aynı iki nokta arasında seyahat ediyor olmak sizi bir noktadan diğer noktaya ulaştığınızda her şeyin harika olacağı gibi gerçeklik dışı hayalden de uzaklaştırıyor.”
Yazı:
Günümüzde ilişkileri, dostlukları veya sevdiğimiz arzu duyduğumuz her şeyi hızlı tükettiğimiz zamanlardan geçsek de uzun yolculuklar benim için hala çok kıymetli. Son birkaç yıldır sık sık seyahat eden biri olarak bu süreçteki yolculuk deneyimlerimden bahsedeceğim. Kemerlerinizi bağlayın, yolculuk başlıyor!
Bir yerlere hızla ulaşmanın aciliyeti olan şeylere koşmanın telaşlı ve uzun kuyruklarla dolu havalimanı seyahatlerinin yanı sıra uzun ve mümkünse daha sakin yolculukları tercih ediyorum. Eğer dikkatinizi dağıtacak ses ve kokulardan uzakta seyahat edebiliyorsanız uzun yolculuklarda manzaraya eşlik eden düşüncelerle zaman geçirmenin harika bir deneyim olduğunu düşünüyorum. Bu nedenle neredeyse tüm yolculuklarımda cam kenarında oturmayı tercih ediyorum, sabah işe giderken veya uzun seyahatlerimde hiç farketmez. Yolda olma haline şahit olmak, görmediğim yeni yerleri izleyebilmek ve bazen her gün gördüğüm yerleri tekrar tekrar farklı duygularla görebilmek için tercih ettiğim bir yer cam kenarı. Camdan bakıp hayatı reflect etmeye çalışmak veya düşüncelerimi baktığım manzaralarla çarpıştırabilmek bana her zaman iyi gelir. Hızla büyüyen kalabalığın içinde, şehir kaosunda, trafiğin ortasında veya ilk defa geçtiğim bomboş yollardaki manzaralarda yolculuklarım bana çok şey anlatıyor ve tüm bu hisleri deneyimlemeyi seviyorum.
Yolculuğun ve hayatta, yolda olabilme deneyiminin iyi bir öğrenme şekli olduğunu düşünüyorum. Bazı düşünce ve duyguları sindirebilmek, yenileriyle buluşabilmek ve çıktığım yolda eşlikçilere fırsat verebilmek benim için yolculuk deneyiminin tanımı. Son birkaç yıldır sık sık İstanbul-Ankara arası yolculuklarımda hızlı tren ile seyahat ediyorum. Hep aynı yolu tercih ediyor olmak karşınıza beklenmedik yeni manzaralar çıkarmasa da her seferinde farklı hayatlarla yolunuzu bir şekilde kesiştiriyor. Hiç beklemediğiniz zamanlarda ihtiyacınız olan parçalar sizi yoldayken yakalayabiliyor ve bence yolculuğun en önemli noktalarından biri bu. Sürekli aynı iki nokta arasında seyahat ediyor olmak sizi bir noktadan diğer noktaya ulaştığınızda her şeyin harika olacağı gibi gerçeklik dışı hayalden de uzaklaştırıyor.
Genelde yolculuklarda A noktasından B noktasına ulaştığınıza dair hayaller kurabilir ve B noktasına vardığınızda hedeflediğiniz yere varmış olmanın verdiği mutluluk geçtikten sonra yeni hedefler peşinde koşmaya başlayabilirsiniz. Ancak bu iki nokta eğer sık sık gidip geldiğiniz yerlere dönüşmüşse daha büyük bir haritayı görmeye başlamanız muhtemeldir. Hayatta tüm varış noktalarında yaşanabilecek olası güzellikleri ve sorunları görmeye başlayabilir ve sadece ikisi arasında geçirebildiğiniz zamanın size kattıklarına odaklanabilirsiniz. İşte o zaman yolculukların gerçek birer hayat deneyimine dönüştüğünü hissettirdiğine inanıyorum. Hızlı tren yolculuklarımda genelde kitap okumayı, müzik dinlemeyi tercih ediyorum ancak bazen yanımdaki insanlarla tanıştığım sohbet ettiğim yolculuklarım da oluyor. Yakın bir zamanda benim için her şeyin üst üste geldiğini hissettiğim bir günde yine trenle seyahat için Söğütlüçeşme tren garındaydım. Bir yanda tadilat ve kavga sesleri, mesai sonrası trafik karmaşası ve can sıkkınlığı ile bir süre bekledikten sonra trene bindim. Tüm bu kaostan biraz uzaklaşıp yine cam kenarında tercih etmiş olduğum koltuğa oturup Ankara’ya gidene kadar biraz müzik dinlemek uyumak isterken yerimde başka birinin oturduğunu farkettim. 70 yaşlarında olabileceğini tahmin etmediğim ancak sonrasında sohbet ederken bu yaşlarda olduğunu öğrendiğim bir kadın oturuyordu, kendisine yanlış bir yere oturmuş olabileceğini söyledim ama sonra öğrendim ki o çok doğru bir yerdeymiş. Doğru bir trende, doğru bir koltukta tam yanımda ve ihtiyaç duyduğum bir zamanda bana hatırlatacağı her şeyle oradaymış. Yol boyunca bana kendi hikayesinden bahsetti, uzun bir zamandır duymadığım kadar zor hayat deneyimlerine şahit olmak zorunda kalmış. Ancak bana hatırlattığı şey hayatın zorluğu değil onunla mücadele etme şekliydi, seyahatimiz boyunca beni çok güldürdü ve şöyle dedi ‘Gülmeyelim de ne yapalım hayat bu!’. Evet, hayat bu ve bir yolculuk, herkesin kendine göre yaşadığı zorluklarla, güzelliklerle kısa bir yolculuk gülmeyelim de ne yapalım!
Geçtiğimiz yaz mezun olduktan sonra bir süre neler yapmak istediğimi keşfetmek, bu süre içinde mümkün olabildiğince gezmek ve öğrenebilmek adına gap year yapmak istedim. Bununla beraber Ankara’dan tek yön bir otobüs bileti alarak Şirince’ye gittim, hem orada keşfettiklerim hem de birkaç ay boyunca oradan farklı yerlere gerçekleştirdiğim otobüs seyahatlerim bana çok farklı yolculuk deneyimleri yaşattı. Herhangi bir işe, ilişkiye bağlı kalmadan yolda olabilmek hayata bir süre seyirci olarak bakabilmek ve bir yere varmak için değil de o yolda öğrenebileceklerim için gitmek, yolculuğumun eşsiz deneyimlerindendi. Bilmediğim bir şehrin sokaklarını yürümek, hiç görmediğim manzaralarla cam kenarından rastlaşabilmek yolculuğumun hem romantikleştirdiğim hem de içselleştirdiğim deneyimleriydi.
Yolda olma halini, o yola eşlik edenlerle bir süre buluşmayı bir süre ayrılmayı görmek aslında hayatın getirilerini ve götürülerini kabul etmemi, her seferinde daha dayanıklı yola çıkmamı sağlıyor. Yolculuk deneyimini uzun zamandır en iyi özetlediğini düşündüğüm Soft Analog - Yolculuk şarkısına ait birkaç cümle ile bu yazımı tamamlamak istiyorum: “Hayat deneyimlemektir. Önemli olan bir yerden bir yere varmak değil bu yolculukta yaşananlardır. Her gün gitmek istediğimiz yere daha hızlı gidiyor, görmek istediklerimizi daha hızlı görüyor, her şey hemen olsun istiyor, hedefe ulaşınca da yenisini istiyoruz. Bu hız içinde herkes sürekli bir şeyler kovalıyor, kaçırıyor sanki. Yolculuğu reddettiğimiz zaman başlangıç ve bitiş noktası aynı yere dönüşüyor. Yani bir şeye deneyimle fırsatı verilmediğinde değişim yaşanamıyor, mesafeleri es geçersek yolculuğu yok ederiz. Hayatın anlamı deneyimlemek ve deneyimlemek de onu yaşamaktır belki.”
Bu hafta Aşık Veysel gibi uzun ince bir yoldaydık, kimilerimiz yolda kendini buldu, kimilerimiz ise ötekini ve bazen de küçük palavraları.
Haftaya 2024’ün son bülteniyle karşınızda olacağız.
20'liğin Instagram hesabını buradan takip edebilirsiniz.
Cüneyd Efendi’nin dediği gibi: “Selametle!”
Merve