Cadılarla Sinemaya Gidiyoruz
28. Uçan Süpürge Uluslararası Kadın Filmleri Festivali'ndeyiz. Selam Ankara!
Küçükken okuldan gelip sucuklu tost yerken Jetix’de izlediğim Wunschpunsch (Dilek İksiri) diye bir çizgi film vardı, jeneriğinde iksir kazanını karıştırırken ‘büyücüler, büyücüler’ derlerdi. Bu sahne arada aklıma gelir, bu haftanın konusu da Uçan Süpürge Film Festivali ve cadılarıyla ilgili olduğu için yine hatırladım.
Sonra da büyücü ve cadı arasındaki farkın tam olarak ne olduğunu hatırlamaya çalıştım, araştırdım. ‘Cadı’ kelimesi çoğu zaman kadınlarla bağdaştırılıyor, erkeklerin sihirleri güçleri varsa, onlara büyücü deniyormuş. Tamam, yani ikisi de büyü yapıyor. Tek farkları çoğu efsane, hikaye ve tarihi anlatıda cadıların kötü niyetli, yalancı ve tehlikeli olduğunun yazması. Hatta birçok kültür onların ‘tamamen’ insan olmadığını öne sürüyor… Büyücü tayfasında böyle bir problem yok, onlar genelde güçlü, iyi niyetli ve havalı kabul ediliyorlar.
Yine şaşırmadık…
Neyse biz en iyisi devam edelim. Bu hafta sizlerle 28. Uçan Süpürge Uluslararası Kadın Filmleri Festivali’nin resmi medya sponsorlarından biri olarak ve cadı şapkamızı takarak buluşuyoruz. 28 Mayıs - 4 Haziran tarihleri arasında Benzersiz Kadınlar, Benzersiz Hikayeler sloganıyla, Kült Kavaklıdere sinemalarında ve Etimesgut Belediyesi 100. Yıl Cumhuriyet Kültür Merkezi’nde düzenlenen festivalde Türkiye dahil 29 ülkeden, 26’sı uzun, beşi orta ve on üçü kısa metrajlı 44 film gösterildi.
Uçan Süpürge Onur Ödülü; Gülşen Bubikoğlu’na ve Hülya Darcan’a, Genç Cadı Ödülü; Mina Demirtaş’a, Bilge Olgaç Başarı Ödülü; Başak Emre’ye Bennu Yıldırımlar’a ve Harika Uygur’a takdim edildi.
20’liğin üç kişilik Ankara kadrosu da bu festivale katıldı, deneyimlerini bizlerle paylaştı.
Bu hafta nelerimiz var
🧙♀️Kardelen, festival deneyiminden “bir kuple” paylaştı.
🍿Günseli, festival filmi Vermiglio’yla ilgili düşüncelerini yazdı.
Hadi başlayalım!
Büyücüler, büyücüler!!
🧹Cadılar, cadılar! Bir cadıdan diğerine sevgiyle,
Yasmin
Uçan Süpürge Film Festivali Deneyimimden Bir Kuple
Yaşamın gayet kolay ve zahmetsiz olması gerekirken kadınların uğraşmak zorunda kaldığı düşünce kalıplarına ve eylemlere bir kez daha öfke doluyorum.
Yazı:
Adını 27 senedir duyuran, 28'inci senesinde daha yakından seyretme ve hissetme imkanı bulduğum Uçan Süpürge Uluslararası Kadın Filmleri Festivali ile bir hafta boyunca çeşitli filmler izleme şansı buldum. Üstelik bu sefer 20lik'in de destekleriyle festivalde yer almak, açılış ve kapanış gecelerinde sosyalleşmek, söyleşilere katılmak benim için çok daha anlamlıydı.
İki yılı geride bıraktığım Ankara yaşantımda, Ankara'da günlerce süren bir film festivaline katılmak galiba birkaç gün lafını yapabileceğim bir olaydı. Açılış gecesi öncesi Tunalı'da bir otelde mini davete katılıyorum. Orada oyuncuları ve yönetmenleri görerek, birbirleri arasındaki konuşmalara şahit olarak festivale ısınma yapıyorum. Ardından açılış gecesine geçiyoruz.
Büyük bir salonda gerçekleşen gece, farklı alanlarda kendini var etmiş kişilerden — ağırlıklı olarak kadınlardan — oluşuyor. Oyuncusu, yönetmeni, siyasetçisi, gazetecisi, şarkıcısı... Salonun arka sıralarına oturup, salonu gözlemleyerek gecemin keyfini çıkarıyorum. Şenay Gürler ve Yetkin Dikinciler’in birbiriyle uyumu, ödül töreninin yapılması ve sahneye çıkan sanatçıların kendi hayatlarından anekdotları paylaşmaları; hikayelere inanan insanların aynı duygular etrafında buluşmalarını gösteriyor. Açılış gecesi konserlerle eğlenceli bir şekilde bitiyor.
Ertesi gün hemen bir filme gidiyorum. Festivalin mottosunu "Benzersiz kadınlar, benzersiz hikayeler" söylemi oluşturmuş olsa da izlediğim filmlerde ve konuşmalarda kadınların benzerliğini, ortaklaştığı konuları, yakınlaştığı yaşanmışlıkları görüyorum. Bu söylem üzerine bir süre düşünüyorum, hikayelerimiz birbirinden ne kadar farklı olabilir ki? Çocukluktan itibaren sosyal çevreden duyduğumuz laflarda ve üzerimizdeki bakışlarda bile ortaklaşabiliyorken hikayelerimiz elbette ki örtüşecekti. Bu fikirle izlediğim ilk film Farahnaz Sharifi'nin yönettiği My Stolen Planet adlı belgesel oluyor. İran'daki kadın mücadelesini anlatan, yakın tarihli otobiyografik bu filmde mücadelenin coğrafyasını görmek beni bir hayli etkiliyor. Gittiğim son film ise Emine Yıldırım'ın yönettiğin Gündüz Apollon Gece Athena filmi oluyor. Kült Kavaklıdere'nin alternatif salonunda iki saati aşkın süre boyunca filmi izliyoruz. Gerçek dışılığı kapsadığı için bu filmi de seviyorum, üstelik FIPRESCI ödülünü de alıyor.
Geliyorum kapanış gecesine... İşten çıkıp koştur koştur Tunalı'nın yokuşlarından tırmanıyorum, Kült Kavaklıdere'ye varıyorum. Ödül alanlar tek tek okunurken 20lik'in adını duymayı heyecanla bekliyorum. O an geliyor ve 20lik için plaketimizi alıyoruz! Topluluk içinde utanıp sıkılan biri olarak bu sefer çok rahat hissediyorum. Ödül töreni bittikten sonra Kült'ün alt katlarında birkaç yudum bir şeyler içiyoruz, sonra da bu bir haftalık süreci bitiyoruz.
Kadın olarak dünyanın farklı yerlerinde, farklı biçimlerde yaşanılan zorlukları düşünüyorum. Yaşamın gayet kolay ve zahmetsiz olması gerekirken uğraşmak zorunda kaldığımız düşünce kalıplarına ve eylemlere bir kez daha öfke doluyorum. Bu "rağmen"lere yönelik üretilen sanatsal, mizahi yönü kuvvetli ve çok zekice eylemleri ise çok seviyorum! Artık mağdur edilmelerin değil, güzelliklerin ön planda olmasını bir kez daha diliyorum...
Vermiglio - Biz Birbirimizi Biliriz
“Vermiglio bir ruh manzarasıdır.”
Yazı:
Hayatta her şey planladığımız gibi olmuyor. Uçan Süpürge Film Festivali bilgisini ilk aldığımda gruptan heyecanla “ben de destek olmayı çok isterim,” yazıp o gün geldiğinde orada olacağıma çok inanmıştım. Fakat süreçte gelişen birtakım ani durumlar sonucu festivalin sadece son gününe yetişebildim. Hatta şöyle söyleyeyim festivalin son günü, “en azından bir film izleyebileyim,” diyerek saat 18:55’i gösterirken kendimi Kült Kavaklıdere’nin kapısından içeri attım. Kapıdan içeri girmemle “Keşke festivali dolu dolu yaşayabilseydim” demem bir oldu. Ortamda oldukça pozitif bir enerji vardı. Kimseyi tanımıyor olmama rağmen sanki herkesle hemencecik sohbet edebilecekmişim gibi hissettim. Film boyunca salonun atmosferi de oldukça güzeldi, sahnelere verilen ortak tepkiler, gülüşmeler, şaşırmalar bana çok iyi geldi. Günün tüm yorgunluğunu üzerimden aldı götürdü.
Festival havasından bahsettiğime göre ufaktan “Vermiglio”dan bahsetmeye başlıyorum. Vermiglio, İtalyan Alpleri’nin tepelerinde yer alan bir dağ köyü. Film bu köyde yaşayan insanların hayatına odaklanıyor. Filmin çekildiği yer o kadar güzel ki, zaman zaman sahneleri takip etmeyi bırakıp sadece o dağın eteklerinde bir kahve içebilmenin hayalini kurarken buldum kendimi. Yemyeşil yüksek tepeler, bembeyaz karlar… Zaten filmin yönetmeni Maura Delpero da babasının çocukluğunun geçtiği Vermiglio’dan esinlenmiş. Verdiği bir röportajda söylediği “Vermiglio bir ruh manzarasıdır” sözü beni çok etkilemişti. Filmi izlerken bu cümlede ne demek istediğini daha iyi anladım. Eğer her şey üzerinize geliyorsa ve siz söyleyecek söz bulamıyorsanız bazen bir ağacın hışırtısı sesiniz oluveriyor. Bu filmde de böyle sahnelere çokça yer verilmiş.
Konuyu kısaca özetlemem gerekirse
Yıl 1944, ikinci Dünya Savaşı’nın sonları, savaşın doğrudan içinde olmasa da savaştaki gelişmelerden haberdar olan ve etkilenen Vermiglio köyüne Sicilyali kaçak asker Pietro geliyor ve köy öğretmenin büyük kızı Lucia ile önce sevgili oluyor, sonra da evleniyorlar. Lucia’nın 9 tane daha kardeşi var. Filmde bu 10 çocuklu ailenin her bir ferdinin farklı bir hikayesi, farklı bir yaralayıcı yönü var. Film genel olarak Lucia ve Sicilyalı askerimiz arasında geçiyor gibi görünse de diğer karakterlerin yansımaları da oldukça vurucu. Yoksulluk, kadın olmak, çocuk olmak, anne olmak… Çok fazla spoiler vermek istemediğimden beni en çok etkileyen birkaç cümleden bahsederek konuyu detaylandırmaya çalışacağım.
Ailenin ortanca kızlarından Anna okumak istiyor. Köyün tek öğretmeni olan babası kızına karnesini verirken “artık eğitim hayatın burada bitiyor,” diyerek aslında okuyamayacağını belirterek, son noktayı koyuyor. Anna bu konudan bahsederken “ben eh işte’yim,” diyor. Çünkü babasının söyledikleri ona kendisini tam da öyle hissettiriyor. Yine başka bir sahnede “Ben rahip olmak istiyorum çünkü o zaman herkes senin sözünü ciddiye alıyor, seni dinliyor,” diyen karakterimizin içten içe nasıl incindiğini görüyoruz.
Kadının evlenmek ve çocuk yapmak görevinin olduğu, kocası olmayan bir kadının çok zor durumda kalacağı, hayatının biteceği düşüncesinin hakimiyeti karabulut gibi karakterlerin üzerinde dolaşıyor. Aynı zamanda erkeklerin hatalarının sorumluluğunu üstlenmek zorunda kalan kadınların yaşam mücadelesi de göze çarpıyor. Genel anlamda her karakter müthiş bir alt yapıyla işlenmiş, hepsine çok güzel bir alt metin yazılmış diyemem ancak ama konu kadınların birçok açıdan yaşadığı zorluklara odaklandığı için belki de bu yüzeysellik, önemsenmeyişe, değersizleştirilmeye yapılan bir vurgudur. Filmin sonunu izlediğinizde İtalya Alpleri, Toros Dağları, İzmir Koyu, Bali Adaları… ya da işte siz nereden bahsetmek isterseniz fark etmeksizin kadınların isteyerek ve istemeyerek üstlendiği rollerde maruz kaldığı ayrımcılığın, hoşgörüden uzak tutumların bir kez daha farkına varıyorsunuz.
Yani bu filmi Türkiye’nin x köyünde çeksek hiçbirimiz yadırgamayız. Ya da bu film İspanya’nın bir köyünde çekilse muhtemelen orada da kimse bu filmi yadırgamaz. Yer, yenilen yemek, giyilen kıyafet, konuşulan dil değişse de kadınlar olarak uğradığımız temel haksızlıklar o kadar ortak ki biz kolayca tanırız birbirimizi. Film bitip ışıklar açıldığında etrafıma şöyle bir baktım. Sahiden de herkesi tanıyor gibiydim. Bu saatte nasıl döneceğini düşünen kadınlar, çocuğuna geliyorum diye haber vermek için arayan kadınlar, iş stresini unutmak için oraya gelen kadınlar ve daha nicesi… Aynılıklarımızı unutmadığımız ve farklılıklarımıza saygı duyduğumuz, hoşgörünün hakim olduğu nice festivallere ve günlere.
20’lik Dükkanı Ziyaret Ettiniz mi?
Evet küçük bir reklam molası… 20’lik Dergi no.1 satışlarından belki de aşina olduğunuz 20’lik Dükkan’da yeni ürünler var! Adını ‘Halden Anlayan Şapkalar’ koyduğumuz şapkalarımız mesela…


Satışlarınızdan kazandığımız para yazar teliflerine ve 20’lik Dergi no.2'ye gidecek <3 Dergi no.2 demişken, hala no.1’i almadıysanız, onu da dükkandan alabilirsiniz!
Hepsine buradan ulaşabilirsiniz 👇
🧹 Bu hafta biraz cadılık yaptık, 28. Uçan Süpürge Uluslararası Kadın Filmleri Festivali deneyimlerimizi paylaştık. Tekrardan bizi de bu harika festivale dahil ettikleri için teşekkür ediyoruz <3
🌞 Haftaya? Bu yaz o yaz diyoruz. Ama o ne demek? Cevaplar bir sonraki sayıda.
💌 Çevrimiçi rakı soframız olan 20'liğin Instagram hesabını buradan takip edebilirsiniz.
💬 Bu sayımızla ilgili yorumlarınızı, düşüncelerinizi bekliyoruz! Aşağıda buluşalım.
✨ O zaman haftaya aynı saatte görüşmek üzere diyelim mi? ✨
Şerefe!