Sevgili 20’likler ve 20’lik kalanlar,
Nasılsınız? Ben biraz karışığım — şaşırdık mı? Yoo. İyi şeylerin iyi kalmaması, her şeyin geçiciliği üzerine düşünüyorum. Sevdiğimiz bir şey, kaybolabiliyor. Durmadan severek sipariş ettiğimiz bir yemeğin tadı bozulabiliyor. Önceleri zıplayarak gezdiğimiz eğlenceli sokaklar, bir anda atlamak istediğimiz, ayak basmamak için yolu değiştirdiğimiz yerlere dönebiliyor.
Değişim kaçınılmaz, evet, ama bunu kabul etmek de ayrı zor geliyor. Her değişen durum yerini daha kötü bir şeye bırakmıyor tabii ki. İyi şeyler, şükran duyulacak gelişmeler, dostluklar da oluyor. Ama Merve Nur Okutan’ın Büyüklere Gurbet Masalları adlı yazısında da yazdığı gibi “Simply sıkıldım…” Sıkıldım yani. İçim sıkıldı. Hem darlandım, hem istediğim hiçbir şeye uzanamayacak kadar koskocaman bir alanın tam ortasındaymışım gibi hissediyorum.
Enteresan… Bu his de geçici. Diğer her şey gibi. İyiye tutunup, geçip gitse de değersizleştirmemek ve kötüden ders alıp, ‘bak ne güzel atlattım bunu’ demek sanırım önemli olan.
Bu hafta nelerimiz var?
🐈🐕 Dünyada kanun sayılarını ve maddelerini bilen sayılı milletteniz sanırım. Bu sefer de konumuz 5199 sayılı Hayvanları Koruma Kanunu’nun 6. Maddesi…
🎨 Hatice, interdisiplinerlik üzerine yazıyor.
İyi okumalar ve bol kucaklar,
Yasmin
Köpeklere dokunmayın!
Mancacılık ve vicdan üzerine
Yazı:
Bizim mahallede Varil adında tatlı simsiyah bir köpeğimiz vardı. Adından da anlaşılacağı gibi iri yarı bir köpekti. Mahallede ona herkes çok iyi bakardı, severdi. Ben ilkokuldayken benimle servisi beklerdi.
***
Dün bir kafede otururken kucağıma bir kedi uzandı, sevdim onu. Mırrrrrladı. Bilgisayarımda çalışırken uyudu kucağımda. Takıldık öyle beraber.
***
Büyükada’da inanılmaz tatlı kirpiler, kediler, inekler ve köpekler var. Hatta Vardal Caniş’in “Adanın Köpkeleri” adında çok güzel bir fanzini var. İçinde bulunan köpeklerden biri de Çelebi. Ben ona Karides ismini takmıştım kulaklarının kıvrımı karideslerin C şeklini hatırlattığı için. Vapura biner, gezer, kimi zaman yürüyüşlerde eşlikçin olur Çelebi.
Sokak hayvanları ile iç içe yaşanan bir şehir İstanbul. Genel olarak başka canlılara değer ve sevgi veren bir kültürüz. Ülkenin gidişatı ile ilgili umutsuzlaştığımda, hatırladığım bir özelliğimiz. Hayvanseverlik. Başka canlıları düşünebilme, onlara sevgi ve özen gösterebilme.
Yıllar içerisinde çok fazla korkunç, insanlık dışı habere de denk gelmedik değil. Köpekleri dövenler, öldürenler, onlara zarar verenler, onların da örneklerini gördük. Şimdi de AK Parti'nin sokak hayvanlarına yönelik kanun teklifi ile çalkalandık.
Nedir bu kanun teklifi?
Sokak köpekleri toplanacak, barınaklara yerleştirilecek, fotoğraflanacak ve sahiplendirilmeye çalışılacak. Bir ay içinde bir ev bulunamazsa, iğne ile ilaç verilerek uyutulacak.
5199 sayılı Hayvanları Koruma Kanunu’nun 6. Maddesinde sokakların, hayvanların doğal yaşam alanı olduğu yazar. Sokak hayvanlarının nüfusunu kontrol altına almak istiyorsak da çözüm kesinlikle onları “uyutmak” (öldürmek) değil, kısırlaştırmak. Yıllardır yürürlükte olan kısırlaştırma yükümlülüğünü yerine getirememenin cezasını canlıların çekmesi vicdana da, insanlığa da, yaşadığımız toprakların hafızasına da karşı gelen bir şey.
Mesela, Osmanlı döneminde mancacılar varmış. Bu kaybolan meslek mensupları kedi köpek yemeği anlamına gelen mancayı satarmış. Ciğer, dalak gibi sakatat, mancacıdan alınır ve sokak hayvanlarına verilirmiş. İsteyen mancacıya parayı vererek onların adına sokak hayvanlarının beslenmesini sağlarmış.
Eski Fransa Dışişleri Bakanı Alphonse De Lamartine’in 1850’lerde Türkiye tarihi üzerine yazdığı bir kitapta şu cümleler ile karşılaşıyoruz:
“Türkler, canlı cansız bütün yaratıklarla barış içinde yaşıyorlar; ister ağaçlar ister kuşlar ya da köpekler olsun, Tanrı’nın yarattığı her şeye saygı gösteriyorlar; hayırseverlikleri bizde terk edilen ya da zulüm gören bu zavallı türleri de kucaklıyor. Bütün sokaklarda mahallenin köpekleri için su dolu kaplar var...”
Bahsettiğimiz hayvan sevgisi tarihimizde yazılı. Ancak sadece hayvan sevgisi ile dolu değil tarihimiz. 1910 yılında köpekler Sivriada’da ölüme terk edilmişti, ardından ülkenin başına gelen talihsiz olayları Türk halkı ‘karma’ olarak görmüştü.
Derslerden öğrenmek önemli. Herhangi bir canlıyı ölüme terk eden ve hatta ölüme yollayanlara güven duyulamaz ki. En insancıl tarafını kararttığının göstergesidir bu. Sevgiden yoksun, vicdandan yoksun demektir.
Herhangi bir canlının yaşam hakkını elinden alma gücünü kim verdi size? Kim verdi böyle bir hakkı? İstenen değişimse, gönüllülere destek olun, kısırlaştırma politikanızı geliştirin ve uygulayın, tedavi ve bakım ürünlerinin fiyatlarını kontrol altına alın, sokaktaki canlıları besleyin, sevin, sevdirin. Sevgi içten gelir, onu besleyin.
Hem sahipsiz dediğiniz bu sokak hayvanları nerede ki? Biz bakıyoruz işte. Seviyoruz. Besliyoruz. Nereden çıktı ki sahipsizlik?
Sokak hayvanlarına yönelik yasa tasarısına karşı buraya linklediğim metni kopyalayarak CİMER’e başvuru yapabilirsiniz.
Buraya tıklayarak da change.org’da başlatılan kampanyayı imzalayabilirsiniz. .
İstanbul Araştırma Enstitüsü’nün “Dört Ayaklı Belediye: İstanbul’un Sokak Köpekleri” adlı çalışmasını incelemenizi öneriyorum.
Berberden heykeltıraş, aşçıdan kolaj sanatçısı
İnterdisipliner yaklaşımın incileri
Yazı: Hatice Karakaş
Yeni tanıştığın insanlarla dolu bir masada, konser kuyruğunda ayaküstü ettiğin muhabbette ya da o kadar da gitmek istemediğin blind date’inde konu mesleğine geldiğinde herkese farklı bir cevap verdiğin oluyor mu? Yoksa ‘yalan söylemiyorum sadece bazı şeyleri eksik anlatıyorum’lar ile dolu bu hayat, yalnızca bana mı özel?
Yüzeysel kalacağına emin olduğum her tanışmada verdiğim yanıtların birbirinden farklı olduklarını fark edişimin beni ‘aslında ne yapıyorum?’ sorusuna sürüklemesi fazla zamanımı almadı. Hali hazırda hayatla ne yapıyor olduğumuzun cevabı hiçbirimizin cebinde yokken, hayatı kazanmak için ne yaptığımız da delik cebimizden paçalarımıza uzanan bir muallakta duruyor olmalı.
Bu durumun açıklayabildiğim bir sebebi elbette var. Artık tek bir konuda uzman olmak yeterli değil. Bu çağ farklı alanlarda yetenekli insanlara ihtiyaç duyuyor.
Sanatçıların çok iyi sosyal medyacılar olması, yazılımcıların tasarımdan da anlaması, yaptığı işi verdiği/hizmeti satmak isteyen herkesin iyi pazarlamacılar olması bekleniyor.
Yani herkesin farklı dallardan beslenmesi, yeri geldiğinde herkesin kendi başına bir şirket gibi çalışması, maharetlerimizin bir ağaç gibi tek ve hür, bir orman gibi kardeşçesine yaşaması gerekiyor. Buna da kısacası interdisiplinerlik deniyor.
İnterdisipliner yaklaşım, içinde bulunduğumuz her alanda daha yaratıcı olmamızı sağlıyor. Her bir disiplinin bilgisine ve getirilerine bir diğer disiplin katkıda bulunuyor. Disiplinler birlikte çalışıp çözüm üretmenin, yenilik getirmenin sınırlarını zorluyor. Çünkü tek bir perspektife bağlı kalarak sorunlara yanıtlar bulmak bizi en iyi yanıttan uzaklaştırıyor. Disiplinler arası düşünmeyi öğrenmek ise hazır yanıtlara ve önceden denenmiş formüllere daha farklı bakmamızı sağlıyor. (Sawyer, 2015).
Bu durumun şöyle bir yanı da var tabii: tek bir alana yönelmeyip on parmağıma 4-5 marifet sığdırmaya çalışırken bocaladığım oluyor. Tüm bunların sonunda acaba ilgi duyduğum her şeyi yapmaya çalışırken hiçbir şeyi iyi yapamıyor muyum diye düşündüğüm zamanlar da...
Bu durumda belki de ustalaşmaya dair bakış açımızı değiştirmemiz gerekiyor.
İllüstrasyon yapıyor olmak beni renklerden anlayan birine, renklerden anlamak belki dengeli kolajlar yapan birine, iyi bir kolaj sanatçısı olmak beni katmanlı düşünebilen bir editöre, şiir yazmak da belki romantik birine dönüştürmüştür.
Bundandır ki usta berberlerden başarılı heykeltraşlar çıkacağını düşünüyorum, en iyi kolajı da aşçıların yapacağına inanıyorum. Ve birbirlerini beslemekte bir beis görmeyen disiplinlerime dört koldan sarılıyorum.
Bu noktada bir ilhama ihtiyacı olanlara,
Orhan Veli’nin Dalgacı Mahmut şiirini sunuyorum:
İşim gücüm budur benim,
Gökyüzünü boyarım her sabah.
Hepiniz uykudayken.
Uyanır bakarsınız ki mavi.
Deniz yırtılır kimi zaman,
Bilmezsiniz kim diker;
Ben dikerim.
Dalga geçerim kimi zaman da,
O da benim vazifem;
Bir baş düşünürüm başımda,
Bir mide düşünürüm midemde,
Bir ayak düşünürüm ayağımda,
Ne halt edeceğimi bilemem.
🐕🐈 Bu hafta, değişim ve interdisipliner olmak üzerine yazdık.
⭐ Haftaya soframıza yeni bir Alıp Başını Giden katılıyor. Tahminleri alalım: 🖼️💪🌳
💌 Çevrimiçi rakı soframız olan 20'liğin Instagram hesabını buradan takip edebilirsiniz. Artık TikTok’umuz da var, bekleriz.
💬 Bu sayımızla ilgili yorumlarınızı, düşüncelerinizi bekliyoruz! Aşağıda buluşalım.
✨ O zaman haftaya aynı saatte diyelim mi? ✨
Şerefe!
💕 Yasmin 💕