Merhaba, merhaba, merhaba.
20’liğin yeni kalemi (ben) Melda Merilov, dinlemek eylemini karış karış gezdiğimiz bir bültenle karşınızdayım. Bu bülten benim için çok özel çünkü 20’likteki ilk editörlük deneyimimi de kapsıyor. Bundan sonraki haftalarda da birbirinden tatlı ve yetenekli kadın yazarlarımızın liderliğinde hazırlanmış bültenler okuyacaksınız, şimdiden hazır olun. 🙂
Mağaraların duvarına resimler çizmeyi bıraktığımızdan beri (!) birilerini ve birbirimizi dinliyoruz. Bu bazen bir arkadaşın dertleri, bazen annenin öğütleri, bazen bir albüm, bazen overthink saatinde kendi iç sesimiz oluyor. İnsanlık tarihimizin en eski becerisi olan dinlemeyi 20’likler olarak şu anda bırakıyor, her alanda dinlemeyi konuşuyoruz.
Peki bu bültende dinlemek üzerine neleri mi konuşuyoruz?
🎬 Sadece izlenmeyen aynı zamanda dinlenen dizi / filmleri,
🧚♀️Aniden gelen White Lotus perilerini ve hep konuşanların dünyasında hep dinleyici olmayı,
👂Birilerinin sözünü dinlemenin ya da dinlememenin omuzlarımıza bindirdiği yükleri,
🎶 Spotify Wrapped gerginliğini,
👄 Dinlemeden konuşan o kişileri.
E o zaman buyrun sohbete,
Melda Merilov
Dinlenebilir Dizi ve Filmler
Yazı: Melda Merilov
Bu aralar sürekli loopumda belirli şarkılar var. Fark ettim ki bu şarkıları izlediğim dizi ve filmlerden keşfedip çalma listeme katmışım. Bunu fark ettim ya hemen peşine bir farkındalık daha geldi bana. O da şu; dizi ve filmleri sadece izlediğimizi sanıyoruz ama bazı diziler kendini dinletiyor da aynı zamanda. K
lasik anlamda soundtrack dinlemekten bahsetmiyorum. O zaten bambaşka bir yolculuğa çıkarıyor insanı, hayallere daldırıyor, ah aslında o an hayatımın fonunda bu çalsaydı var ya dedirtiyor. Ama benim bahsettiğim varlığından haberdar olmadığımız gizli cevherleri ortaya çıkaranlar. Bu yüzden günlerdir etkisinden çıkamadığım, kulaklıklarıma ek mesai yaptıran bu müzikleri kullanan dizi ve filmleri siz 20’likler için listeledim.
Dizilerden
İlk ve Son
Gün içinde sadece müzik dinleyip dans ettiğim küçük bir aralığım var. Bu anlar benim için günlük tutmak gibi. Kulaklığımı takıp, müziğimi açıyor hem hayal kuruyor hem de dans ediyorum. Bu en kişisel anıma birkaç gündür İlk ve Son sayesinde keşfettiğim iki şarkı eşlik ediyor. Mansur Ark’tan ‘’Silinmez’’ ve Fatih Erkoç’un yorumuyla bambaşka bir noktaya gelmiş ‘’Afedersin’’.
Aslında eski şarkıları çok dinleyen ve iyi bilen biriyimdir. Naftalinli bir playlistim var diyebilirim. Ancak nasıl olduysa bu iki şaheseri hiç duymamışım. Sadece bu iki şarkı da değil, İlk ve Son dizisinin hem birinci hem ikinci sezonunda gerçekten çok iyi şarkılar yer alıyor. İlk sezondan da ‘’Bırakma Kendini’’yi ilk duyduğum anda loopa almıştım. Yine ilk sezonda çalan ‘’Körkütük’’ ve ‘’Denize Doğru’’ da playlistimde hemen yerini almıştı. İki Tas Çorba’yı saymıyorum bile.
İlk ve Son’u ilişkiler gibi sıradan ve çok işlenmiş bir konuyu kurgu tekniğiyle ilginç hale getirdiği için çok yenilikçi buluyorum. Bunun yanında bence çok doğru şarkı seçimleri var dizide. O şarkıların konulduğu sahneler de çok anlamlı.
Yıllarca arkaya müzik koyup karakterlerin geçmiş anılarından bayık bayık klip izlettiren yapımlardan sonra, şarkıları yerli yerinde kullanabilen bir Türk yapımına rastlayabilmek sevindirici.
Yani kısaca: İlk ve Son’u hem izleyiniz hem dinleyiniz.
(Her iki sezonunda da çok toksik aşk ilişkisi gösterildiği için canınızı yakan, taze bir ayrılık yaşadıysanız izleme konusunda birkaç kez düşünmenizi öneririm)
Monsters: The Lyle and Erik Menendez Story
Daha ilk saniyelerden, loop’a alacağım bir şarkıyla beni buluşturarak başladı bu dizi.
Sosyopat olduğu iddia edilen ama bence dümdüz salak olan iki kardeşin hikayesi (öyleler ama izleyenler hak verecektir bence) çok iyi bir müzik grubunu, Milli Vanili’yi keşfetmemi sağladı.
I’m Gonna Miss You ve Girl You Know It’s True’yu kim seçip koyduysa diziye kendisine gustosundan dolayı kocaman bir alkış.
Filmlerden
Strange Darling
Filmin karışık kurgu gibi bir meselenin altından on numara kalkmasını geçiyorum Z Berg’i bulup ona böyle güzel şarkılar besteletmek nasıl bir vizyondur!!
Bence bu filmin beğenilmesinde müziklerinin etkisi büyük.
Günlerdir loopumda olan Into the Night’ın bende yarattığı hissiyatı ‘gözyaşım pıt, kalbim çıt’ şeklinde özetliyorum. Soundtrack’in linkini buraya bırakıyorum.
RAW
Vejetaryenlerin izlemeden önce iyice ama iyyyiceee bi’ düşünmesi (Gibi – Yılmaz tonlamasıyla okuyun lütfen) gereken, insanın ete duyduğu arzuyu aklını kaybetmiş bir yerden işleyen bol kanlı bir film RAW. Açıkçası Gore seven ve tiksinme eşiği yüksek sayılan beni bile atlaya zıplaya izlemeye zorlayan sahnelerle dolu.
Fakat atlayıp zıplamadığım zamanlarda çok iyi müzikler de keşfettim. Bu film sayesinde ilk defa Fransız rap dinledim ve çok sevdim. Orties’ten Plus putes que toustes les putes (tabii siz anneleri tarafından size emanet eden çocuklara her bakımdan yetersiz gördüğünüz bir kadının annelik etmesine karşısınız ama etkisi yarattı şarkının ismi biliyorum) ve Ma Che Freddo Fa ile RAW da sadece izlenmeyip (pek izleyemedim de zaten lol) dinlenebilen filmler arasına girmeyi hak etti.
The Handmaid’s Tale, Pulp Fiction, Kill Bill serileri ve Titanik gibi çaldığı şarkılarla özdeşleşmiş başka yapımlar var elbette ama ben çok fazla ve görece az bilinen niş şarkıyı filmin hikayesi ve sahneleriyle uyumlu kullananları listelemeyi tercih ettim. Şimdiden kulaklarınızın sefası olsun, iyi izlemeler - dinlemeler efendim.
Taklitler Aslını Yaşatır: Aniden Gelen White Lotus Perileri
Yazı: Büge Erel
Bir pazar kahvaltısı, belki 40 dakika boyunca hazırlık yapmış, dayımların bize gelmesini beklemişim. Dayım da müzik prodüktörü hani. İçimden bir ses, engellenemez bir şekilde White Lotus’un jenerik müziğini evdeki herkesle paylaşmamı söylüyor. Ve içimdeki son derece yaratıcı düşünceleri olan sese karşı koymuyorum. Sonucunda zılgıtla, ağıt arası bir yerde jenerik müziğini mahvederek taklit ediyorum. Dayım şok tabii.
Yapacak bir şey yok, dinlenebileceğime güvendiğim bir yerde, dinlediğimde keyif aldıklarımı paylaşmak hoşuma gidiyor. Üstelik hiç White Lotus’un jenerik müziğini dinlediniz mi? Gerçi anlatmak istediğim deneyim için; dinlemek yeterli olmayabilir, bu kadar anlattıktan sonra, giriş için hazırladıkları kolajlarla izlemenizi öneririm. Hakikaten bakın.
Şu anlatım için, ben bile gülmemek için zor tutuyorum kendimi ama görsellerle birleştiğince, aşk, ihtiras, entrika tümünü tek bir anda veriyor hissiyat olarak. Dinlendiğinde güzel ama görsellerle ayrı bir güzel.
Özetle, bir dinleyin ayol.
Söz Dinlesek de Dinlemesek de Biz Buluruz Yolumuzu
Yazı:
TDK’ya göre dinlemek:
İşitmek için kulak vermek.
Birinin sözünü, öğüdünü kabul edip gereğince davranmak.
Kulala veya dinleme aletiyle hastayı muayene etmek.
Uymak, baş eğmek, itaat etmek.
Yan yana geldiğinde tüylerimi ürperten iki kelime: söz+dinlemek=söz dinlemek. Ayrı ayrı gayet masum gözüken bu iki kelimenin bir araya geldiğinde beni neden ürperttiğini bu yazıyı tasarlarken fark ettim. Okul hayatı boyunca davranışları ile örnek gösterilen, sürekli takdir ve onur belgesi alan bir öğrenci olarak doğru olanın bu olduğundan çok emindim. O kadar emindim ki, bir gün okula sadece beş kişinin geldiği karlı bir havada arkadaşlarım, “Haydi gel gidelim, zaten ders işlenmiyor,” dediğinde kararlılıkla “hayır, siz gidin, ben kalıyorum,” demiştim. Ardından da müdür yardımcısının şaşkınlıkla “Sen niye gitmedin?” sorusuyla karşılaşmıştım. Anlayacağınız, benim öyle okuldan kaçma ya da ders kaynatma anılarım hiç olmadı. Sınıfta beyaz kurdele takmayı en son bırakan da bendim; tabii bunda annemin payı büyük. Her gün jilet gibi ütülenmiş üniformayla, özenle yapılmış saçlarla gittim okula. Bu alışkanlıklarım lisede de devam etti, hatta üniversitede bile çok değişmedi. Ama içten içe dersi asmayı da, kırışık gömlekle okula gitmeyi de istedim. En kötü ne olabilirdi ki? Şimdi dönüp baktığımda fark ediyorum ki bu davranışlarımın altında beğenilme ve takdir görme ihtiyacı varmış.
Okul yıllarında çok dikkat çekmeyen bu "söz dinlemek" meselesi, iş hayatında, sosyal yaşamda (daha doğrusu hayatın her alanında) meğer ne o kadar kolaymış ne de o kadar iyi. Masum görünen söz dinlemek, sürekli “Hey, ben buradayım, uysalım, iyiyim, unutma.” diyerek içten içe krallığını sürdürürken, başka bir sesin farkına vardım. O ses, “Hey, kızım saçmalama. Sen kendini bilmiyor musun? Kendi bildiğinin arkasında dur. Söz dinlememek de bazen okey.” diye dürtmeye başladı beni. Çünkü artık matematik problemini yanlış çözmek kadar basit değildi hata yapmak. Matematik problemini yanlış çözünce eline silgiyi alır, yeniden denersin. Ama hayattaki hatalar öyle mi? Yanlış yapınca “Ben sana demiştim, azıcık büyük sözü dinleyin,” diyenler beliriverir. Hele de 20’lerinizde yani en kırılgan, cesur ve heyecanlı yaşlarınızdaysanız…
Ben bu durumu karda yürümeye benzetiyorum. Hava soğuk, lapa lapa kar yağıyor, hafif sis de var. Sisi görüyorsunuz, soğuğu biliyorsunuz ama evde kalmak istemiyorsunuz. Camdan elinizi uzatıp kar tanesi yakalamak istiyorsunuz. Tam bu sırada içerden bir ses: “Hava soğuk yavrum, içerisi soğuyacak, kapat kapıyı.” diyor. Dışarı çıkmak istiyorsunuz yine bir ses “ Bu karda, bu havada yürünmez. Kaybolursun, önünü göremezsin.” İşte mesele burada başlıyor. Kapıyı açıp dışarı çıkmak da, söz dinleyip evde kalmak da sizin kararınız. Dışarı çıkarsanız müthiş bir yürüyüş yapma ihtimaliniz de var, karda kaybolma ihtimaliniz de. Eğer kaybolursanız “ben demiştim,” diyenler mutlaka olacaktır. Şimdi ben böyle oluverir, olacaktır gibi konuşuyorum ama bir şey bildiğimden değil, tam tersi aynı karda ne yapacağına karar vermeye çalışan 20’lerinde ve kararsız bir yolcu olduğumdan, yani aslında içimi döküyorum:)
Bir yolcu olarak benim bugüne kadar yolda öğrendiğim şey: kimin fikrini aldığımız ve kimin sözüne kulak astığımız çok önemli. Herkesin sözünü dinlemek zorunda değiliz. Herkesin tecrübesi de deneyimi de kendine. Karşımızdaki çok başarılı kariyere sahip biri de olabilir, yürümek istediğimiz yolu daha önce on kere yürümüş biri de olabilir. Hiç fark etmez. Eğer ufacık bir keşke kalacaksa içimizden geleni yapmak belki de en iyisidir. En azından kendi aldığımız kararın sorumluluğunu üstlenme şansımız olur. Elbette hiçbir şey yazıldığı kadar kolay olmuyor. Ama ne yapalım, 20’lerin cilvesi de bu galiba. Bir yandan her şeyi yapabilecek gücü hissederken, diğer yandan yaptığınız hatalar arttığında kendinize olan güveninizi koruma mücadelesi vermek.
Ne diyebilirim dostlar? Yolumuz uzun, karlı ve belirsiz. Ama gün gelir karlar erir, çimenler yeşerir. O yüzden kar varken yürüyelim. Varsın kaybolalım; nasılsa buluruz yolumuzu.
Spotify Dürümünüz: Cringe’li mi Olsun Cringe’siz mi?
(Bu yazı Spotify Wrapped’leri açıklanmadan önce yazılmıştır. Umarız kafanıza taktığınız son Spotify Wrapped’iniz bu seneki olur.)
Yazı: Melda Merilov
Dinlemekten bahsedilen bir pakette Spotify dürümleri olmaz mı?
Hele yılın bu zamanına gelmişken. No way! Kaçış yok Spotify dürümlerimizden ve yarattığı gerginlikten, utançtan ya da gururdan elbette ki bahsedeceğiz.
Bazı şarkılar toplum nezdinde ‘’cringe’’ olarak adlandırılır ve bu şarkıları hepimiz dinlememize rağmen bu eylemi tıpkı bir sevgiliyi aldatmak gibi gizlice yaparız ( not. aldatmayı desteklemiyoruz) Kimsenin dinlediğimiz cringe şarkıları bilmesini istemediğimiz için kulaklıklarımızı kontrol ederiz. Maazallah ya dışarıya ses giderse ve tüm 500T bizim Alişan – Hele Bi Gel Club Versiyon dinlediğimizi öğrenirse(!)
Evet, eskiden cringe şarkı sevdamızı birbirimizden gizleyip ‘’ben zaten hep opera dinliyorum canım ya’’ demek kolaydı. Ta ki Spotify kucağımıza Spotify Wrapped (Ben ona dürüm demeyi daha çok seviyorum) bombasını bırakana kadar.
Başta nimet gibi gelse de lanetti Wrapped. Neyi dinlediğimizi bilip bir de unutmuyordu.
Oysa ki ben loopa aldığım cringe şarkıları unutmak istiyordum!
Artık hepimiz bir şarkıyı dinlemeden önce Spotify Wrapped’imizin yani yıllık müzik dinleme karnemizin nasıl etkileneceğini düşünüyoruz. Loop’a alacağımız şarkılara dikkat ediyoruz. Instagram Story’de ne kadar rafine bir müzik zevkimiz olduğunu tüm takipçilerimizle paylaşmak için kasıyoruz da kasıyoruz. Ama hepimiz cringe şarkı dinlemenin insanı nasıl rahatlattığını biliyoruz.
Bence artık kendimize bunu yapmayalım. Cringe şarkıların bize hissettirdiklerini kabul edip onları üvey evlatlıktan öz evlatlığa kabul edelim. Çünkü biliyorum siz de benim gibi Spotify Wrapped’iniz etkilenmesin diye YouTube’dan açıyorsunuz o cringe şarkıları. Şu anda bu yazıyı okuyorsan ve Spotify karnen iyi gelmeyecek gibi duruyorsa zaten olan olmuş deyip en cringe bulduğun şarkıyı son ses aç, defalarca dinle inadına. Zaten 31 Ekim’den sonra dinlediklerimiz karnemizi etkilemiyormuş kıps.
Dinleme Pintilerinin Dünyasında Daimi Dinleyici Olmak
(Zorunda Mıyız?)
Yazı: Melda Merilov
ZORUNDA MIYAM?
Evet, tıpkı Dilber Ay’ın Cüneyt Özdemir’e verdiği cevaptaki gibi soruyorum.
Ben herkes için uçaktaki kara kutu, ağlama duvarı ya da psikolog görevi görmek zorunda mıyım? Benim kendimle ilgili anlatmak istediklerim, dertlerim, sevinçlerim hatta bazen boş gevezeliklerim olamaz mı?...
…demeli bazen insan.
Dinlemeyi küçüklüğümden beri çok sevmişimdir. Hele ki laf dinlemeyi.
Hatırlıyorum, annemin bir arkadaşı bize gelmişti. Benim yaş altı. Oyuncaklarımla oynamam söyleniyor ama ben annemin kucağında uyuma taklidi yapıyorum. Sebep; edecekleri sohbeti dinlemek. Zaten içimdeki gazeteciyi ve yazarı da bu huyum ortaya çıkardı ya da bu huy onları yarattı, bilemiyorum. Tek bildiğim insanlara soru sormaktan, insan hikayeleri dinlemekten hoşlanmam. Bazen arkadaşlarımla ve ailemle röportaj yapıyorum resmen. Herhangi bir konuda bu konu hakkında ne düşünüyorsun falan deyip mikrofonları onlara tutuyorum. Ve gerçekten o anlarda onların anlattıklarını dinlemekten çok zevk alıyorum. Fakat hayatta şu tip insanlar da var. Sen sormadığın, ilgilenmediğin, ilgilenemeyecek durumda olduğun halde anlatanlar.
Bunlar genelde hep kendilerinden ve kendi sorunlarından bahsederler. Başkalarından bahsettikleri küçük anlarda da konu yine başkalarının kendilerine yaptığı yanlışlardır. Siz çaresizce kendinizle ilgili bir şey anlatmaya teşebbüs ederseniz ama ne yapar eder o konuyu da kendine bağlayıverir. Mesela erkek arkadaşınızla bir probleminizi mi anlatıyorsun, o an aklına erkek arkadaşıyla çok ciddi bir sorun yaşadığı gelir ve elinizden sazı sertçe çekip alıverir. Her buluşma, her kahve date’i psikoterapi seanslarına dönmeye başlar. Sanki onun psikologuymuş gibi hissedersiniz ama üstüne para verip (dışarıda buluşursanız) bi’ de onu dinlersiniz. Hepimizin hayatından böyle bir tipleme geçmiştir. Bazılarımız onlarla çok yakın arkadaş olma hatasına da düşmüşüzdür. En kötüsü de hep konuşan ve hep dinlemenizi isteyen insanla kardeş, sevgili ya da bir şekilde akraba olmaktır.
Ben bu sürekli kendini anlatan ve etrafındaki herkese kendi tek kişilik şovuna gelmiş dinleyiciler gibi davranan insanlara kızmaktan öte çok şaşırıyorum. Yani herhangi bir ortamda (özellikle ilkokulda çok yaşardık bunu öğretmenlerimiz sağ olsun) kendinden bahseder misin biraz sorusu gelince sanki hayata bir saat önce gelmişim gibi hissediyorum. İnsanın kendinden bahsetmesi böyle anlarda bile zor ve yorucu geliyor bana. Benim işte Melda, kendim hakkında ne diyebilirim ki?
Dinlemeyi seven bir insan olarak söylüyorum eğer hayatınızda sürekli kendinden bahseden, size hiç konuşma hatta diyalog hakkı bile tanımayan insanlar varsa onlardan uzaklaşın. İlla sürekli konuşacak birini arıyorsanız bir papağan alın. Bakın o bile insanları dinleyip, onların söylediklerini taklit ediyor. Bir ilişkide, bu ister arkadaşlık ister sevgililik olsun siz de varsınız. Sizin de konuşup rahatlamaya ve en önemlisi de birinin sizi dinlemesine ihtiyacınız var. Tam bu dakikadan itibaren dinleme pintilerine karşı tutumum şudur: Çok istiyorsan ağlayarak günlüğüne anlatabilirsin kardeşim. İşte o kadar!
👂Bu hafta ‘dinleyin bizi ayol!’ dedik. Yani bu haykırış size değildi, sonuçta siz her hafta gelip bu bülteni okuyorsunuz ( sizi seviyoruz)… Bu başkalarına…
👄 Haftaya konumuz small talk. O vakit geçirmek için uzayan da uzayan birkaç cümle ve onun getirdiği duyguları işliyoruz.
💌Çevrimiçi rakı soframız olan 20'liğin Instagram hesabını buradan takip edebilirsiniz. Artık TikTok’umuz da var, bekleriz.
💬Bu sayımızla ilgili yorumlarınızı, düşüncelerinizi bekliyoruz! Aşağıda buluşalım.
✨ O zaman haftaya görüşmek üzere diyelim mi? ✨
Şerefe!
💕 Yasmin 💕