Selamlar 20’lik okurları <3
Bülten için giriş yazmak ne kadar zormuş, uhh. Ben Kardelen, haftanın başlangıcını anlamadım, hep aynı şarkıları dinledim, bir yiyeceği çok tükettim ve bu haftanın editörlüğünü çok severek yaptım. Siz n’aptınız?
“N’aptın abi?”, “N’apim abi?” konuşmasını çok seven bir insan olmama rağmen small talk eyleme becerilerim yok denecek kadar azdır. Halbuki benimle small talk eden insanlara karşı duygusal bağ kurar ve onlara imrenirim. Yeni girilen bir ortamda, partide, iş yerinde karşı tarafın sohbeti anında başlatması ve bir daha görme ihtimalimin neredeyse olmadığı insanların hayatlarına dair bilgiler almak çok hoşuma gider. Moduma göre sohbet etme isteğim değişir fakat kaçınılmaz anlar vardır. Bu anlar sanıyorum ki en çok takside, kuaförde, uzun bir sıra kuyruğunda ve alışveriş esnasında satıcı ile yaşanır.
Laflarımı daha fazla uzatmadan, small talk anları ve small talker’larla sizleri başbaşa bırakayım. Keyifli okumalar, bol sohbetler ve sevgiler!
Bu Hafta Nelerimiz Var?
🎙️ Ceren Kurt Alyurt, small talk’ın ne olduğunu açıklıyor ve small talk ustası Ozan ile röportaj yapıyor.
🦵Melda Merilov, small talk’tan kaçılamayan yerler olarak ağdacıları ele alıyor.
🚕 Gözde Ataç, taksicilerin sohbetleri üzerinden şehir karşılaştırması yaparak yolculuk anlarını analiz ediyor.
🦹♂️ Serra Utkum İkiz, son birkaç haftanın sohbet konusu olan Luigi Mangione Vakası ve romantize edilişi üzerine yazıyor ( Bahsetmesek olmazdı)
Keyifli okumalar!
Kardelen
Konuşmazsam Olmaz: Small Talk Nedir? Nasıl Yapılır?
Küçük konuşmaların hayatımızdaki büyük yeri…
Yazı:
Bazı kavramların Türkçesi, İngilizcesi kadar tatmin etmeyebiliyor. İyi bir Türkçe karşılık bulana kadar İngilizcesini kullanmaya devam ediyorum. “Small Talk” da bunlardan biri. Gündelik hayatta insanlarla bağ kurmak için yapılan, yüzeysel, kısa konuşmalar olarak tanımlayabiliriz. Bazı insanlar bu tip girizgahları çok daha rahat ve kontrollü yapar, bazıları ise kaliteli bir sessizliği yüzeysel bir muhabbete tercih eder. Hangisi daha iyi diye sormaya gerek yok, bu tamamen tarz meselesi. Ancak “small talk”un profesyoneli olan insanlar bunu nasıl başarıyor diye merak ediyordum. Herkesle her an konuşulabilecek başlıkları seçmek, aldığı cevaplara karşılık yeni sorular sormak, samimiyeti korumak ve muhabbet gereğinden fazla uzamadan sonlandırabilmek. Bence bunların hepsi bir yetenek.
Aslında small talk’un birçok faydası olduğunu söyleyebiliriz; İnsanlarla bağlantı kurmak, iletişim becerilerinin geliştirilmesi, pozitif algının sağlanması, fırsatlar yaratması ve çoğu zaman stresi azaltması... Bazı insanlar bu işin ustası. Ancak “small talk” yapabilme yeteneğine sahip insanlar kadar, hiç small talk yapamayan insanlar da var. Sosyal anksiyete, içe dönüklük, konu bulmakta zorlanma, dijitalleşmenin etkisi, kültürel faktörler gibi birçok parametre insanların small talk yapmasını engelliyor. Hatta Z kuşağının daha az small talk yaptığı çeşitli platformlarda sıklıkla tartışılıyor.
Kimileri small talk’tan nefret ededursun, bugün aramızda girdiği her ortamda sohbeti istediği gibi başlatan ve sürdüren bir small talk üstadı var: Ozan. 29 yaşında. Mühendis. Ankara’da yaşıyor. Small talk, neredeyse 20 yıldır hayatının vazgeçilmez bir parçası. Arkadaşları çoğu zaman onun bu özelliğini eleştirse de, Ozan her gün small talk yapmaya devam ediyor. Faydaları olduğu kadar zararları olsa da, small talk Ozan için bir vazgeçilmez.
Bir Small Talkerın Anatomisi
Sence small talk nedir?
Tanımadığımız insanlarla ilk temasta aramızda oluşan buzu kırabilecek sosyal bir enstrümandır.
Small Talk’u nasıl yaparsın? Small talk’unu bize şema haline getirecek olursan nasıl olurdu?
Özellikle mesleği sebebiyle temas ettiğim insanlara hep “işler nasıl?” diye sorarım. Eve gelen bir usta ya da alışveriş yaptığım bir manav buna örnek verilebilir. “Ustam siz de yoruluyorsunuz bu saatte, işler nasıl?” “Berber dükkanını kaçta açıyorsunuz, kaçta kapatıyorsunuz, nerede oturuyorsunuz?” gibi sorular vazgeçilmez sorular. İşyerinde small talk yapacaksam “Termosunuz güzelmiş, nereden aldınız?” gibi sorularla ilerlerim. Eğer iş yerinde kötü bir hava hakimse ortama uygun bir espri yaparak kötü bulutları dağıtmaya çalışırım.
Small talk yapmaktan keyif alıyor musun?
Çok keyif alıyorum. Uzun konuşmalarımdan daha fazla keyif aldığımı söyleyebilirim. Tabii small talk biraz daha yüzeysel ama buzu kırıcı, keyifli, samimi bir sohbet. Bu yüzden çok keyif alıyorum.
Yüzeysel ve samimi kelimelerini kullandığın için soruyorum: Small talk yaptıktan sonra kişinin sana verdiği cevapları önemsiyor musun/hatırlıyor musun?
(“Oooo” diyerek gülüyor) Bu soruya direkt %50 diyebilirim. Bazılarını gerçekten hatırlıyorum. Belki torunlarıma kadar anlatabileceğim hikayeler çıkıyor. Bazılarını ise gerçekten hiç umursamıyorum, hatırlamıyorum. Bunu rahatlıkla söyleyebilirim. Çünkü small talk’tan alacağın cevap da hayal ettiğin gibi olmayabiliyor.
Peki bunu hissedebiliyor musun? “Şu an bu insanla small talk yapacağım ve muhtemelen keyif almayacağım” diyebiliyor musun? Buna rağmen small talk yapıyor musun?
Evet, mesela taksici ile yapılan small talkların %95’i bundan ibarettir. Genelde sosyal hayatta anlaşabileceğim tipte kişiler olmazlar. Sadece konuşarak, duygu durumunu ve ruh halini öğrenirim. Yine de bu konuşma keyifli geliyor bana.
Sence bu durumun sosyopatlıkla bir ilişkisi var mı? Hiç anlaşamayacağın insanların bu hayatta nasıl hissettiği ya da ne düşündüğünü merak edip sohbet etmeye devam etmenin, tepkilerini, jestlerini, mimiklerini zihninde biriktirmenin bununla ilişkisi olabilir mi?
Özellikle seçim dönemlerinde toplum nabzını ölçebilme gayesiyle çok yoğun small talk’lar yaptım. Kuyruktaki biri, taksici, eve gelen usta, karşılaştığım herhangi biri ile small talk’lar yaptım. Hatta bazen small talk’un yüzeyselliğini terk edip biraz daha derinleştirdiğim konuşmalarım oldu. Bilgi almak, sosyal statüyü tahlil etmek için de small talk yaptığım oluyor.
Seni hiç tanımayan birine, yalan bir karakter inşa ederek small talk yapıyor musun? Örneğin “İzmir’de yaşayan öğretmen Ozan” gibi bir kimlik çiziyor musun?
Bunu yapmıyorum, nedense bir çekince oluyor içimde. Ben “o tip” small talker değilim. Ancak bazen muhabbet sebebiyle karşı taraf beni yanlış anlamış olabiliyor. Misal mesleğimi yanlış anladıysa onu düzeltmek için çaba sarf etmiyorum, olduğu gibi muhabbeti sürdürüyorum. Yine de bu zamana kadar bile isteye kendimle ilgili bir yalan söylemedim.
Genelde aynı kutuplar birbirini iter. Bu yüzden sormak istiyorum. Sana small talk yapılmasından hoşlanıyor musun?
Orada çok ilginç bir denge var. Small talk yapan insanların (dışarıdan ben de böyle mi görünüyorum bilmiyorum ama) bazıları çok hadsiz, kaba ve ölçüsüz. Böyle bir small talk ile karşılaştığımda benim gibi bir insan bile tamamen içine kapanabiliyor. Toplumda genel olarak small talk yapan insanlar ölçüsüz ve hadsiz oluyor. Bu yüzden bana yapılmasından hoşlanıyorum diyemem.
Diyelim ki bir daha small talk yapamayacaksın, bunu düşününce ne hissediyorsun?
Kimsenin konuşmadığı, benim bir şeyler söyleyerek ortamın sessizliğini bozmadığım bir anı düşünmek beni çok geriyor. Asgari iletişim düzenini oluşturma zorunluluğu hissediyorum. Small talk’ta da benzer bir durum var. Bunu yapamazsam içimi kemirir. Eğer konuşmasam küstah bir tavırmış gibi hissediyorum. Small talk bu sebeple bana samimi geliyor.
Yetiştirilme tarzın small talker olmana etkili oldu mu, ailen sana hoş sohbet olmayı öğütledi mi, bir dönüm noktan var mı?
Eve usta geldiğinde bir şey ikram edilmemesi bizim evde bir problem. Sohbet etmemek, samimiyet göstermemek bir problem. Ailemde de hep böyleydi. Belki bu yüzden bahsettiğim dinamikler ailemle yüklendi. İnsan ilişkilerini ve kurulan bağlantıları yaş aldıkça daha da çok önemsiyorum. Bir small talk’ta aydınlanacağım ya da tanıyacağım bir insan, bana bambaşka bir dünya açabiliyor. Selam verip bir dakika sohbet ettiğin insan, yeri geliyor hayatına önemli dokunuşlarda bulunabiliyor.
Small talk yapmakta zorlandığın tipler var mı? Nasıl insanlarla small talk yapamıyorsun?
Hislerimi yanlış anlayabilecek insanlardan çekiniyorum. Heteroseksüel bir erkek olarak karşı cinsle olan iletişimimde benim small talk amaçlı yaklaşımlarım flörtöz davranışlar olarak algılanabiliyor. Bu algıdan çekindiğim için bazen zorlanıyorum.
Tüm konuştuklarımızı analiz edecek olursak, small talk’un avantajları ve dezavantajları neler?
Bambaşka insanlar, bambaşka hayatlar tanımak en önemli avantaj. Farklı bakış açılarıyla tanışmak, bir anı paylaşmak güzel duygular. Özellikle iş hayatında yeni tanıştığım insanlarla yaptığım small talklar hem onların hem de benim gerginliğimi atıyor. Bu sayede birbirimize karşı daha açık, daha rahat, daha samimi davranabiliyoruz. En büyük dezavantaj ise, karşı tarafın nasıl bir ruh halinde olduğunu bilmeden small talk’un dozunu kaçırmak oluyor. Böyle anlarda insan kendini aptal gibi hissediyor. Aslında bu da small talk ile bir insanın kırmızı çizgilerine bile erişilebildiğini gösteriyor.
Birçok small talk ve small talker çeşidi var. Kimisi kendine yeni personalar yaratır, kimisi ise dozunu kaçırır. Kimisi de çok zararsız hoş sohbet bir insandır. Belki bu zamana kadar “small talker” olduğunuzu hiç düşünmemiştiniz. Bu konuyu kafaya taktığımdan beri etrafımdaki insanları gözlemliyorum. Gitgide small talkerların soyunun tükendiği bir döneme giriyor ve kulaklıklarımızı takıp sessizce uzaklaştığımız insanlara dönüşüyoruz. Haddini bilen, dozunu ayarlayan, enerjimizi yükselten small talkerlar iyi ki varlar. Kulaklığını takıp sessizce uzaklaşanlar, siz de iyi ki varsınız. Söz, omzunuza dokunup sohbet etmek için kulaklığınızı çıkarttırmayacağım.
Çırılçıplak Small Talk
Ağda olurken yapılan o konuşmalar…
Yazı: Melda Merilov
Başlığa bakıp seks sonrası bir sohbetten bahsedeceğimi sanmış olabilirsiniz. Açıkçası yazıyı yazan kişi ben olmasam, bu başlığı okuyunca ben de öyle sanırdım. O açıdan başlığım biraz haber sitelerinin tık tuzağı gibi oldu. Ama bir yandan da verimli bir twist barındırıyor. O yüzden okumaya devam etmenizi öneririm.
Henüz lazer epilasyon mucizesinden nasibi alamadığım için her ay sire (halk arasındaki adıyla ağda) gitmem gerekiyor. Yine işten güçten başımı alıp yolunmaya (ağda yapma eyleminin benim lügatcası) gidiyorum. Yarım bacak, özel bölge, koltuk altı yaptıracağım için hatırı sayılır bir süre çıplak kalmam gerekiyor. Venüs tablosundaki mahcup abla gibi çırılçıplak yatıyorum sedye benzeri bir yatağa. Ve işlem başlıyor.
İşte buradan sonrası bu haftanın 20’lik konusu olan small talk’ı ilgilendiriyor. Abla cırt cırt bacaklarımı alırken işlerimin nasıl gittiğini, halimi hatrımı soruyor. Yine o cırt cırt bacaklarımı alırken “Valla abla o kadar yoğunum ki zar zor geldim yine” diyorum. Sen çok yoğun çalışıyorsun cidden diyerek bana hak veriyor sağolsun. Valla iki gün tatil yetmiyor, daha evi temizleyeceğim diyerek small talk’u iyice derinleştiriyorum. Sonra ablanın iki kedi bir köpeği olduğunu ve izninin pazar - pazartesi olarak iki güne çıktığını öğreniyorum. Abla bunları anlatırken bana pozisyon değiştirmem için direktifler veriyor.
Aç canım (popomdan bahsediyor), işte iki köpek bir kedi olunca daha da dağılıyor ev. Kediler yine iyi de köpek gezdirmek istiyor.
Cırt cırt cırt.
Canım çok tatlı değildir ama arada acıyor tabii hopluyor, zıplıyorum hafif ama small talk’a da ara veremiyorum. En nihayetinde ablayla da belirli bir hukukumuz var. Beni çıplak gören sayılı insandan biri kendisi. Böyle böyle işimiz bitiyor, abla bir güzel beni yağlıyor (Kırkpınar güreşçileri gibi bir şey hayal etmeyin işlemden sonra standart bir yağ sürülüyor) ve giyinmem için dışarı çıkıyor. İşte sessizlik. Hani tüm yol taksiciyle konuşmak zorunda kaldığınız bir yolculuktan sonra adımınızı kapıdan dışarı atarsınız ya o anki gibi bir his. Ve düşünüyorum ayıp olmasın diye small talk yapmadığımız bir dünyada işler daha mı kolay olurdu acaba?
Ağdada bile olsanız small talk’la kalın dostlar.
Takside Small Talk
O yollar çekilmez olurdu belki small talk olmasaydı (!)
Yazı:
Kuaförde, toplu taşımalarda, gece kulübü tuvaletlerinde denk gelebileceğimiz introvertler (içe dönük) için cehennem hissi veren; extrovertlerin (dışa dönük) ise kendini tutamadan yaptığı small talk, taksi kullanan kişiler için çok sık maruz kalınan bir deneyime dönüşüyor.
İstanbul’da bindiğiniz taksiden indirilmeyecek kadar şanslı bir gündeyseniz veya bir şekilde uygulamalardan taksi çağırabildeyseniz ‘trafik hakkında dert yanma’ üzerine kurulu small talklara hoş geldiniz! Farklı şehirlerde ve saatlerde ulaşım için taksiyi tercih ettiyseniz bu yolculuklarda geçen sohbetlerin tamamen bir sosyo kültürel analiz olduğunu fark edebilirsiniz. Mesela benim gibi yıllarca Ankara’da yaşadıysanız, şu taksi çağırma düğmelerine basar basmaz ‘Merhaba Hocam!’ diye gelen taksi şoförlerine alışıksınızdır.
Ankara’da taksiyle ulaşım tercih ediyorsanız sohbetlerde genelde hava durumu ve ülke gündemi konuşulur. Eğer öğrenci olduğunuz anlaşılırsa mutlaka okuduğunuz bölüm sorulur ve varsa şoförün çocuklarının öğrencilik hikayeleri dinlenilir. Her zaman çok nazik bir üslupla yaklaşan Ankara’daki sevgili taksi şoförleri, cümlelerinin sonuna mutlaka ‘Hocam’ ekler. ODTÜ’de okuyorsanız hiç yabancı gelmeyecek olan bu hitabın neden kullanıldığını sorduğumda biri şöyle açıklamıştı bana: “Ankara’da taksiyle ulaşım sağlayan kişinin herhangi bir devlet kurumuna bağlı çalışma ihtimali yüksek olduğu için nezaketin temsili olarak ‘hocam’ derler.” Ne kadar doğru bilmiyorum ama bu ihtimalin yüksek olduğu bir gerçek.
Taksiyle İstanbul içinde yolculuk yapmanız gerekiyorsa geçmişler olsun! Kapıyı açar açmaz bir gerginlik kendini hissettirir: “Erenköy’e gideceğim acaba müsait misiniz?” Ankara’nın aksine daha nazik olan taraf bu sefer yolculardır ve şanslı gününüzdeyseniz yolculuk başlar. İstanbul’da neredeyse tüm taksi yolculuklarımda saat ve yol mesafesi fark etmeksizin sohbet ‘trafik’ ile başlıyor ve İstanbul sıkıntıları ile devam ediyor. “Bu saatte Levent’e girmem imkânsız abla”, “Bence 1. Köprü’den gidelim hanımefendi”… Bu şehirde hitaplar da yolculuklar da değişiyor. Mesai saatlerine yakın bir yolculuk gerçekleşiyorsa nerede çalıştığım, ne kadar kazandığım, kiramı ödeyip ödeyemediğim soruluyor. Eğer gece saatlerinde eve dönüyorsam öğüt verir gibi, bu şehrin güvenli olmadığı bir kez daha hatırlatılıyor. Şehrin kaosunun bize getirdiği olumsuz koşullardan şikayet etmek hiç bitmeyen bir melodi gibi İstanbul’da.
Şikayetler eğer trafik sorunu ile başladıysa sonrasında maddi olarak geçinebilmek, şehrin kalabalığı veya güvensizliği ile devam ediyor. Son zamanlarda taksi ile yolculuklarımda denk geldiğim sohbetlerde taksi şoförlerinin çoğunun bu mesleği hep ikinci bir iş olarak yaptığını öğreniyorum. Eski polis, subay, öğretmen birçok taksi şoförüne denk geldiğim de oluyor. Bu durum İstanbul’un sosyal yaşam statükosunun çok değişken olduğunu gösteriyor bana.
Small talk konseptinde genel olarak coğrafyadan bağımsız sosyokültürel analizler yapılabilir, bunun için çalışan bir arkadaşım vardı. Bindiği her takside sohbet açarak ses kaydı aldığını ve onları bir dosyada tuttuğunu, ilginç anılar ve olaylar yaşadığını paylaşmıştı. Bunu yaptığı dönemde tanıştığı kız arkadaşının da aynı şekilde taksi sohbetlerini kayıt aldığını flörtleşirken öğrendiğini ve ikisinin de eş zamanlı bunu yaptığını öğrendikten sonra ilişkiye başladıklarını anlatmıştı. Yani takside small talk deyip geçmeyin, kimine de aşkın bir başlangıcı!
İlişkilerden bahsederken bazen hiç tanımadığınız ve muhtemelen bir daha görmeyeceğiniz insanlardan farklı bakış açılarında tavsiyeler duymak iyi gelebiliyor. Bu konuda bir arkadaşım da şöyle bir taksi sohbeti anısını paylaştı: ‘İlişkimde karşı tarafın ne istediğini bilmediğim benimle asla iletişim kuramadığı bir dönemdeydim. Hem canım çok sıkkındı hem de trafik çok yoğundu, yol boyunca taksi şoförüyle konuşurken ona ilişkimi anlattım. Erkek arkadaşımın şu an ne isteyip istemediğini bilmediğimi ve ilişkiyi bitirmeye hazır olmadığımı söyledim. Şoför beni yol boyunca sakinleştirip ilişkimle ilgili anlattıklarıma göre tavsiyeler vererek zaman zaman esprileriyle güldürmüştü.’ İlişki tavsiyeleri mevzu bahis olduğunda sadece terapistlerinizi değil, small talk yaptığınız taksicileri de değerlendirmeyi bir düşünün!
Benim için çoğu zaman keyifli sohbetler olsa da, introvertlere sabır diliyorum. İlginç taksi anılarınızı yorumlarda bizimle paylaşmanız hoşumuza gider.
Luigi Mangione Vakası: Adalet Arayışı mı, Şiddetin Romantize Edilmesi mi?
Sosyal medyanın favori suçlusu mu? Neler oluyor?
Yazı:
Son dönemde hepimizin Instagram’ında fotoğraflarını yoğunca gördüğümüz birisi bulunuyor, Luigi Mangione.
4 Aralık 2024’te Manhattan’da UnitedHealthcare CEO’su Brian Thompson hedef alınarak öldürüldü. Suçun zanlısı olarak 26 yaşındaki Luigi Mangione tutuklandı ve terörizm kapsamında birinci derece cinayetle suçlanıyor. Bu arada kendisinin iyi bir ailenin çocuğu olması ve Pensilvanya Üniversitesi bilgisayar mühendisliği bölümünden mezun olması bu süreçte dikkat çeken noktalar arasında.
Luigi'nin sağlık sigortası sektörüne karşı derin bir öfke beslediği ve bu nedenle böyle bir eyleme giriştiği iddia ediliyor. Olay, ABD’de hem bireysel hem de toplumsal açıdan derin bir yankı uyandırdı ve ülkedeki sağlık sistemine duyulan memnuniyetsizlik ile ilgili tartışmayı tekrardan tetikledi.
ABD'nin sağlık sistemi, uzun yıllardır yüksek maliyetler, sigorta şirketlerinin karar alma üzerindeki etkisi ve birçok insanın sağlık hizmetlerine erişimde yaşadığı zorluklarla ilgili eleştirilmekte. Bu olay, Luigi'nin bireysel öfkesinin, toplumsal düzeyde hissedilen bu hoşnutsuzlukla birleştiği bir noktayı gözler önüne seriyor.
Özellikle son yıllarda, gençler arasında sağlık sistemine yönelik tepkiler ve radikal karşılık arayışları dikkat çekiyor. Emerson College tarafından yapılan bir ankete göre, 18-29 yaş arasındaki gençlerin yaklaşık %40’tan fazlası, Mangione’nin eylemini kabul edilebilir bulduğunu ifade etti. Anket sonuçları, New York Post tarafından “birçok genç insanın adalet duygusunun, sistemik sorunlara yönelik bir karşılık arayışıyla şekillendiğini gösteriyor” şeklinde yorumlandı.
Sosyal medyada Luigi’yi destekleyen ve eylemini haklı gören içerikler hızla yayılıyor. TikTok’ta paylaşılan videolarda, Mangione’nin sağlık sistemine karşı duruşu başkaldırı sembolü olarak yüceltiliyor. Popüler kültürle harmanlanan bu içeriklerde, Britney Spears’ın "Criminal" şarkısıyla montajlanan videolar dikkat çekiyor. Bazı videolar, olayın trajik tarafını göz ardı ederek Mangione’yi popüler bir figür olarak ele alıyor. Burada onun, dikkat çekici derecede iyi görünümü olan bir İtalyan-Amerikan olmasının da etkili olduğu söylenebilir.
Luigi’nin görünüşü, sağlık sistemi sorunları ve bir CEO’nun öldürülmesi, kesişen bir tartışma üçgeni oluşturuyor.
Bir TikTok kullanıcısı, "Bu sistemde hepimiz bir şekilde mağduruz," derken, bir diğeri "Kimse onun yöntemlerini desteklemiyor ama mesajını anlamlı buluyor," yorumunda bulunuyor. Ayrıca “Reasons for romanticizing a shooter” başlıklı içeriklerde, Mangione’nin eylemlerini haklı gösteren veya "bir katile aşık oldum" konsepti etrafında yorumlar dikkat çekiyor.
Öte yandan, romantize etme eğiliminin sosyolojik arka planına bakıldığında, bu durumun bireylerin toplumsal çaresizlik hissiyle özdeşleştirildiği görülüyor. Toplumda yaygın olan ekonomik eşitsizlik, kurumlara olan güvensizlik ve bireysel kimlik arayışı gibi unsurlar, anti-kahraman figürlerin çekiciliğini arttırıyor. Mangione’nin popüler kültürde idealize edilmesi, mevcut düzene duyulan memnuniyetsizliğin bir yansıması olarak değerlendirilebilir. Bu durum, bireylerin kendi hayal kırıklıklarını ve öfkesini bu tür figürlerle ifade etme ihtiyacı duymasıyla daha da pekişiyor.
Bu konu bizim dikkatimizi çektiği gibi büyük haber kurumlarının da dikkatini çekmiş durumda, örneğin, Fox News, “Mangione’nin cazibesi konusundaki tartışma, aslında onun eylemlerinin toplumdaki daha geniş bir hayal kırıklığını ifade ettiğini göz ardı ediyor” yorumunda bulundu. İfadelerde, Luigi’ye duyulan bu ilginin yalnızca görünüşünden değil, onun eylemlerinin arkasındaki toplumsal bağlamdan kaynaklandığı vurgulandı. Ancak, bu durum birçok insanın konuyla ilgili karışık duygular beslemesine yol açıyor.
Reddit’te de bu konu ile ilgili topluluklar yeşermeye başlamış durumda. Örneğin, r/Luigi_Mangione topluluğunda, eylemlerinin arka planı ve motivasyonları üzerine yoğun tartışmalar yapılıyor. Hızlıca gezdiğimde birkaç gözüme çarpan yorumu sizinle paylaşmak istiyorum. Örneğin bir kullanıcı, "Mangione’nin mesajı bize sistemin ne kadar çürümüş olduğunu gösteriyor. O bir katil olabilir ama aynı zamanda gerçeği haykıran biri" yorumunu yaparken; bir başka kullanıcı ise, "Onun bu kadar cesur olması hepimizi şoke etti ama kimse onun söylediklerinin yanlış olduğunu iddia edemez," diyerek Mangione’nin eylemlerini destekliyor. Ancak Reddit yönetimi tartışmalara izin verirken, Mangione’nin manifestosunun platformda paylaşılmasını yasakladı ve ilgili içerikleri kaldırdı. Bu sansür kararına rağmen, platformda Luigi'yi destekleyen bir kitle varlığını sürdürüyor ve onun eylemlerini bir anti-kahramanlık olarak yorumluyor.
Özetle baktığımızda, Luigi’yi romantize etme eğiliminin altında yatan nedenler oldukça çarpıcı. Amerikan sağlık sistemine duyulan öfke, özellikle gençler arasında ciddi bir memnuniyetsizlik yaratmış durumda. Bu durum, Luigi’nin eylemini sadece bireysel bir tepki olmaktan çıkarıp, sistemik bir başkaldırı olarak gören bir anlayışın oluşmasına neden oluyor. İnternet kültürünün etkisi de bu eğilimi güçlendiriyor. Ciddi olaylar bile sosyal medyada mizahi bir dille ele alınıyor ve Luigi, bu bağlamda bazı gençler tarafından bir kahraman ya da modern bir Robin Hood olarak algılanıyor. Öte yandan, bu eğilim, toplumda şiddetin romantize edilmesi ve meşrulaştırılması gibi tehlikeli bir sorunu gündeme getiriyor.
Siz ne düşünüyorsunuz?
👄Bu hafta ‘small talk’ üzerine odaklandık
🎄Salı günü seneyi kapatıyoruz. Evet bonus bültenimiz var!
💌Çevrimiçi rakı soframız olan 20'liğin Instagram hesabını buradan takip edebilirsiniz. Artık TikTok’umuz da var, bekleriz.
💬Bu sayımızla ilgili yorumlarınızı, düşüncelerinizi bekliyoruz! Aşağıda buluşalım.
✨ O zaman haftaya görüşmek üzere diyelim mi? ✨
Şerefe!
💕 Yasmin 💕