Selam gençler!
Durun, durun. Normal girişimizi yapmadan ilk bir kutlama yapmamız lazım. Ey 29 Şubat bebekleri, mutlu yıllar! İyi ki doğdunuz. 29 Şubatta doğduğunuz için kendinizi özel hissediyor musunuz? Kendinizle ilgili ‘eğlenceli bir bilgi’ paylaşmanız gerektiğinde, doğum gününüzü mü paylaşıyorsunuz, yoksa bunun kadar ilgi çekici başka özellikleriniz var mı? Her 4 yılda bir, eğlenceli bir doğum günü kutlaması yapıyor musunuz?
Sorularım bu yönde, cevaplarsanız sevinirim.
Dün babamla yemek yerken şunu tartışıyorduk; Şubatın 29 çekmediği yıllarda, 29 Şubat’ta doğan biri doğum gününü ne zaman kutlar? Tüm gün sadece çakıl taşı çikolata yediğim için (✨💖girl dinner💅✨) ağzıma domates soslu makarna tıkıştırırken dedim ki “23:59 ve 00:00 arasındaki 60 saniyenin 30. Saniyesinde uzay-zaman sürekliliğinde bir kırılma oluyor, tam o zaman kutlayabiliyorlar.” (uzayzamanı ve uzaktan-yakından fizikle alakalı hiçbir şeyi anlamayan ben, bu cümlenin gerçekliğine inanmamanızı şiddetle hatırlatıyorum).
Zaman enteresan bir olay. Üniversitede tartıştığımız konulardan biri, zaman algımızın insanlar tarafından, mı yoksa doğa tarafından mı şekillendiğiydi. Sınıfta hep birinden ‘zaman toplum tarafından yapılandırılmış bir konsept,” gibi bir cevap gelirdi. Benim buna cevabım zamanın geçmesinin doğal bir süreç ancak o geçişin anlamlandırılması, adlandırılması ve kültürlere göre organize edilmesinin toplumsal yapılarla geldiği yönündeydi. İki tarafa da oynuyordum anladığınız.
İki tarafa oynamak demişken, sanırım 29 Şubat doğumlu insanlar için en iyi (ve eğlenceli) çözüm doğum günlerini hem 28 Şubat, hem de 1 Mart'ta kutlamak. Ne dersiniz?
Bu hafta nelerimiz var?
29 Şubat, bir 20’lik perşembesine denk geldi ise, tabii ki yazılarımız da bu özel gün ile ilgili olacak.
📍Kardelen, bir önceki 29 Şubat’tan beri Türkiye’de neler olduğunu çok güzel bir şekilde anlatıyor.
🎂Bensu, 29’larından 30’larına bir mektup yazıyor.
Kapak: İnanılmaz yetenekli ve 20’lik ekibine yeni katılan sevgili
’ın kaleminden.İyi okumalar!
Ömrümüze bereket
Teşekkürler 29 Şubat
Yazı:
Her dört yılda bir ömrüme +1 bonus eklenmiş gibi hissetmeme vesile olan o gün geldi, 29 Şubat! Dört yılda bir yaşamamız sebebiyle oldukça tuhaf bulduğum bu gün, sanki bir başlangıç veya bitiş noktasıymışçasına beni birtakım sorgulamalara doğru itiyor. Geçen yıllar içerisinde neler yaşayıp/yaşamadığım, bir sonraki 29 Şubat’a kadar nelerin değişmesini, dönüşmesini tahayyül ettiğim, genel olarak bize (evet, bize) neler olduğu, vs. kafamın içerisinde yer alırken, Türkiye özelinde bir önceki 29 Şubat’tan günümüze kadar neler yaşadığımıza bakmak istiyorum. Türkiye gündemine kronolojik olarak bakma isteği bende lisans döneminde aldığım travma psikolojisi dersiyle oluşmuştu. Dersin ilk günü geçen bir yılda ülkece neler yaşadığımıza bakmıştık ve sonrasında da hocam şöyle bir cümle kurmuştu: “Bu olayların yaşanması bizim iş yoğunluğumuzu arttırdı.” Malumunuz konu Türkiye kronolojisi ise, sosyolojik ve politik travmalarımızla içli dışlı oluyoruz. O halde, biraz gerilmeye hazırsak, buyrunuz.
Başlangıç noktamız 29 Şubat 2020… ABD’de koronavirüs vakası sebebiyle ilk ölüm vakası gerçekleşmiş, olsa da biz 11 Mart’a kadar bol bol öpüşmelere, sarılmalara ve tutunmaya ihtiyaç dahi duymayacak kalabalıklarla toplu taşımalarda yolculuk yapmaya devam ediyoruz.
Zaman ve akabinde fiyat algım henüz altüst olmamış, itlik ve serseriliklerime devam ediyorum ben de - bu arada pandeminin üzerinden dört yıl geçtiğine hala şaşırıyorum. “Alışkın olduğumuz” haberler o gün de gündemden eksik olmuyor. Ölümler, sınırları geçmeye çalışanlar, büyük büyük laflar, çağrılar, birbirini kınamalar, tava ciğerine zamlar… gazete sayfalarını kaplıyor. Biraz zaman geçiyor; artık koronavirüs her yerde, imkanı olabilenler evde, turistler yerlilere yasaklı denizlerde, aynı gerçeklikte yaşamadıklarımız story’lerde. Bu arada İzmir depremi yaşanıyor, işsizlik TÜİK verilerinde bile en üst seviyelere çıkıyor, Ayasofya’nın işlevi değiştiriliyor, Kılıçdaroğlu 6. kez Genel Başkan seçiliyor.
Nitekim 2021 senesi pandemi sebebiyle 2020’nin devamı şeklinde geçiyor fakat artık aşılama çalışmaları başlıyor. NASA’dan Türkiye’ye kuraklık uyarısı geliyor, Boğaziçi Üniversitesi’nde işler karışıyor, Muharrem İnce CHP’den istifa ederek 2023 seçimlerinde gündemde olmayı tercih ediyor, İstanbul Sözleşmesi’nden çıkılıyor, Bitcoin’den para kazanma ümidi olanların sayısı artıyor, müsilaj diye bir kavram hayatımıza ve kelime dağarcığımıza dahil oluyor, Antalya ve Muğla’da orman yangınları; Batı Karadeniz’de sel felaketi günlerce sürüyor, Mete Gazoz altın madalya kazanıyor, barınma sorunu yaşayan üniversiteliler ülkenin dört bir yanında seslerini duyurmaya çalışıyor. Benim ne yaptığımı merak ediyorsanız, mezun olup iş hayatına atılıyorum bir de sürekli “covid miyim acaba” kaygısı taşıyorum…
2022’de sonunda pandemiden, maskeden, dezenfektandan görece kurtuluyoruz. Bu sefer de hayatımıza yeni bir dünyanın kapıları açılıyor: Metaverse. Yaşadığımız dünyada yeterince mülk edinmemişiz gibi -ki ben edinmedim- Metaverse evreninden de arsa satın alan siyasi partiler oluyor. Seçim barajı yüzde 10’dan yüzde 7’ye düşürülüyor, Ayasofya'nın kapısı yeniyor -sanıyorum en çok şaşırdığım olaydı, Kılıçdaroğlu sinirlenip elektrik faturasını bir süre ödemiyor, İstanbul’daki saç ektirme operasyonları İspanya’da filme konu oluyor, “Türkçe pop” denince akla gelen isimlerden olan Gülşen gözaltına alınıyor, İstiklal Caddesi’nde bombalı saldırı düzenleniyor, Ankara Barosu kadın çalışanlarına ayda bir gün regl izni veriyor. Selamlar, ben de aynı hayatıma biraz farklılıkla devam ediyorum.
2023 ise açıkçası Türkiye gündemi açısından da kişisel gündemlerim açısından da beni psikolojik olarak en çok zorlayan yıl oluyor. Depremlerle başladığımız bu yıla seçimlerle devam ediyoruz ve bu iki ağır konu neredeyse bütün bir senemizin gündemi oluyor. Arada minik minik olaylar olmuyor değil; mesela masadan kalkmalar geri gelmeler, koltuklarda ısrar etmeler devam ediyor. Türkiye Kadın Milli Voleybol Takımı yüzümüzü güldürüyor, Erkin Koray’dan geriye şarkıları kalıyor, sosyal medya fenomenleri sosyal medyanın kandırmacılığını gösteriyor, Teoman emekli oluyor.
Geldik 2024’e… Daha her şeyin çok başındayız fakat aynı gündemlerle doluyuz. Yerel seçim çalışmaları, istifalar ve kürsülerden uçuşan hakaretler alıştığımız gibi son hızda devam ediyor, iklim krizi korkunç bir güzellikle Şubat ayında açık olan bağrımdan dürtüyor.
Hepimizin yaşadığı üzere; Türkiye gündemi benzer aktörler, aynı olaylarla dolu dolu ilerlemeye ve kişisel gündemlerimizden çalmaya devam ediyor. Bazen tek bir haber dahi görmek, duymak istemiyorken kendimi Meclis TV izlerken buluyorum. Derin bir nefes alarak bu yılın geçtiğimiz yıllardan çok daha güzel olacak şekilde farklı ilerlemesini umuyorum. Sevgili 20’lik okurları, bir sonraki 29 Şubat’a kadar Türkiye gündeminin kişisel gündemlerimizin gerisinde kalacağı dört yıl diliyor, hayallerime dalmaya gidiyorum.
Artık 20lik değilim: 20’lerimin son günlerinden 30’larıma gerçekçi bir mektup
29’larında Bensu’dan, 30’larındaki Bensu’ya, sevgi ile.
Yazı:
Birkaç ay sonra 20’lerini bitirecek ve yeni bir yaşa girecek olan kendime bir süredir bir şeyler söyleme niyetindeyim. Kendimi 30’lu yaşlara girmeye pek hazır hissetmiyorum ve bunu düşünmekten kaçınıyorum. Belki tüm güzel anılarımı 20’lerimde bırakıp, 30’larda bomboş bir sayfa ile karşılaşmak beni korkutuyordur. Belki de gençliğimi ve toyluğu ardımda bırakmak bir miktar hüzün yaratıyordur. Her şeye rağmen 20’lik versiyonuma ve hala 20’lerini devam ettiren sizlere bir mektup bırakmak istiyorum.
Bu mektup tam olarak kişisel bir ‘koskoca bir 10 yıl ne yaptım ben ya’ dökümü olmayacak. Benim gibi 20’lerini bitiren, hayallerini gerçekleştirmeye çalışan 20’liklerle ve ‘nereye kadar böyle gidecek,’ diyen herkesle biraz dertleşeceğiz belki. Kendimize belki de hiç olmadığı kadar dürüstçe bakmanın iyi geleceğini düşünüyorum.
Birkaç ay sonra 20’li yaşlarını bitirecek olan Bensu’dan isteklerim var ama önce teşekkürlerle başlamak istiyorum.
20’li yaşlar hangi ülkede yaşarsak yaşayalım bir insanın en yaratıcı ama aklı havada, olduğu yıllarıdır. Hareketliyiz ve aynı anda yüzbinlerce şey yapmak istiyoruz. Ama enerjimiz ve vaktimiz sınırlı. Hal böyle olunca bazen planlarımız isteklerimizle uyuşmuyor ve biz kendimizi derin bir varoluşsal krizin ortasında bulabiliyoruz.
Öncelikle kendime mezun olduğumdan beri eşit bir dinlenme-çalışma döngüsü hediye ettiğim için teşekkür ediyorum. Bu belirsizlikle yaşamak, her gün hiçbir itici gücüm olmadan çalışmak hiç kolay değildi. Eğer siz de her gün belirsizlikle yaratıcı olmaya ve bu yaratıcılıktan para kazanmaya çalıştığınız bir düzendeyseniz, sizin de omzunuzu patpatladığımı varsayabilirsiniz.
Dış şartlar ne kadar zorlaşsa ve kafamızı karıştırsa bile özümüzden ve yapmak istediklerimizden şaşmamayı savunsam da bunun Türkiye’de biraz toz pembe bir hayal olduğunu biliyorum. Hal böyle ama ne yapalım? Yine de risk almak gerekiyor. Gördüm ki hayat, istediğimiz gibi yaşamayı zorlaştıran çok fazla karmaşıklıkla dolu ama ben bu zorluklar içinde de bazı şeyleri oldurabilmişim. 20’lerimde bunu başarabilmişim. Yani zor ama imkansız değilmiş.
30’larına merhaba diyecek olan kendime sonra da size daha doyumlu bir yaşam için bir kavram haritası çıkardım. 20’lerimde ara ara kaçtığım ama 30’larımda değişime balıklama atlamak istediğim bazı kavramlara biraz daha yakından bakıyoruz.
Sorumluluk. Ne kadar da yetişkinlere özgü bir kelime değil mi? Artık kendimle ilgili yaptığım ve yapmadığım her şeyle ilgili tüm sonuçları üstüme alıyorum. Bahane dönemini geride bırakarak cesaretimin az olduğu noktalarda, suçu biraz da dış koşullara yüklemeyi bırakıyorum. Bu belki 20’lerde hakkımdı. Ama 30’larda değil.
Risk almak: 20’lerimde korku hayatımın büyük bir alanına yayılan genel bir temaydı. Ama ne kadar korktuysam bir şeyleri yapmaya o kadar da gücüm olduğunu gördüm. 20’lerde kendi sınırlarımızı aşmak, içimizdeki heyecanla daha kolaydır. Ama yeni yaşlarımda da hayatımın kurulu düzene geçmesini istemiyorum. Bu yüzden daha fazla risk alarak hayatımdaki pek çok imkansızı kırmak istiyorum. Risk almak bana göre hayatımızda yeni hayat hikayeleri yaratmaktır.
Cesaret: Risk ile kol kola yürüyen bir kavram olan cesaret, hayalleri büyük olan 20’likleri davet ettiğim bir alan. Ben 30’larımdaki bembeyaz sayfama ilk olarak bu kelimeyi yazarak başlayacağım çünkü cesaret etmek bizi korkutmasına rağmen bir adım atmaktır.
Öz kontrol: 20lerimizde eğlence, çalışma, sosyalleşme, kişisel gelişme dengesini oturtmanın ne kadar zor olduğundan bahsetmiştim. İşte burada o sihirli kelime devreye giriyor. Benim yapmak istediklerime en uygun öz kontrol tanımı, arzu ettiklerimi arttırmak için ve uzun vadeli hedeflerime ulaşmak için tepkilerimi düzenleme ve değiştirme yeteneğidir. Öz kontrol aslında kendi üzerinde bir kontrol sağlayarak iradeyi eğitmektir.
Anda kalmak: Anda kalmanın hayati önemini hala kavrayamadığımızı düşünüyorum. Bu sanılanın aksine basit bir ‘’şu anın tadını çıkar’’ pozitifliği değildir. Anda kalmak geçmişe yada geleceğe odaklanmadan hayatımızı bilinçli yaşamaktır. İnsanların çoğunluğunun hayatı otomatik pilotta yaşadığı düşünülürse şu anda olmak, hayatın en iyi zamanını beklemeden, istediğimiz uzun vadeli gelecek için şu anın potansiyeline odaklanmaktır.
Şikayeti azaltmak: Şikayet, çözümün bir parçası olmuyorsa ben artık layıkıyla susmayı tercih ediyorum. Şikayet etmek biraz da içindeki huzursuzluğu her yere yaymak gibi geliyor bana ve ben yeni yaş döngümde bunu yapmayacağım. Şikayet pasif bir direniş ve bizi memnun etmeyen bir durumun dile getirilmesidir. Fakat şikayetim bireysel çabamla çözülemiyorsa bunun için ‘’suçlama’’ modundan çıkmaya ve daha pozitif bir zihniyete geçmeyi hedefliyorum. Bugüne kadar şikayete alışmış nöronlarım için zor ama kaliteli bir adım diyelim.
Son olarak 20’lerinde ve 30’larında herkese hiçbir şey için geç olmadığını hatırlatmak istiyorum. Yapmak istediğim hiçbir şey başkalarının izlediği ‘doğrusal ve tanıdık’ yolu izlemek zorunda değil.
Başkaları tarafından daha az kullanılmış olan yoldan daha önce çok az kişi geçmiş olsa da o yolun nasıl olduğunu kendi gözlerimle görmek istiyorum. Bu beni 20’lerimde olduğu gibi, 30’larımda da korkutabilir. Ama görmeye değer.
🗓️Bu hafta 29 Şubat’a selam dedik! 4 senede neler olmuş baktık. İyi ki doğdunuz 29 Şubatlılar <3
☁️Mart ayı bereketli, iki Alıp Başını Gidenimiz olacak. Peki haftaya kim soframıza katılıyor? Birkaç ipucu: 🛏️🌼🎤🎹
💌Çevrimiçi rakı soframız olan 20'liğin Instagram hesabını buradan takip edebilirsiniz. Artık TikTok’umuz da var, bekleriz.
💬Bu sayımızla ilgili yorumlarınızı, düşüncelerinizi bekliyoruz! Aşağıda buluşalım.
✨ O zaman haftaya aynı saatte diyelim mi? ✨
Şerefe!
💕 Yasmin 💕