Selam gençler!
Nabersiniz? Jodie Foster, The Guardian’a verdiği bir röportajda, Z-neslini ne kadar desteklese de ( zaten 20’lerinde iki oğlu var) onları kimi zaman gıcık bulduğunu söyledi. Çalışma etiği ve profesyonellik konularında bu jenerasyonu eksik gördüğünü irdeledi. Bazı insanlar genel olarak gıcık. O gıcıklığı bir nesil ile bağdaştırmak ne kadar doğru emin değilim. Bir de bu söylemler yüzünden gerçekten sınırlarını sağlıklı bir şekilde çizmeye çalışan, sorumluluk sahibi z-nesli de güme gidiyor gibi hissediyorum. Bu konuda ne düşünüyorsunuz?
Sonuçta, çoğumuz, sorumsuz davranmak ya da keyfimizce geç kalmak değil, sağlıklı bir iş-hayat dengesini istiyoruz. Hatalı mıyım? Bence değilim…
Bu hafta nelerimiz var?
Ocak ayının temasında çalışma, meslek, hobiler ve tutkular üzerine düşünüyoruz. Ülkenin ekonomisi malum ‘nanay,’ yeni asgari ücret olmuş 17,002 TL, derken bu ocak ayını hepimize ‘kalbimin orta yerinde, bu nasıl cumhuriyet seninki nasıl bir hakimiyet BEN ANLAMADIM,’ dedirten iş-güç teması ile açalım dedik. Ama merak etmeyin, bu hafta işini güzel yapan ve solo sergisini açan bir 20’liği ziyaret ediyoruz. O sergiden ilham ile bir şeyler karalıyorum. Bence 20’liğin ilk senesinde çok yazdığım, ‘Haftanın Halleri’ tadında bir yazıyı özlemiştik. Ne dersiniz?
Unutmadan → okuyucu anketimizi doldurmayı unutmayın
O zaman bakalım bu hafta neler var?
💌 Bir kalbin hâlleri: Ürünlere atfettiğimiz anlamlar ve o ürünleri bırakabilmek üzere.
🌝Siz bir de bize sorun: Yeni bir serimiz var! Tanıtalım, tanışalım.
Asgari ücretin sonundaki 2 TL* gibi alakasız kalabildiğiniz, rahat bir gün diliyorum.
Sevgiler
Yasmin
*O 2TL’nin nedeni, asgari ücretin günlük hesaplanmasıymış. Yine de mantıklı gelmedi değil mi? Bana da. Sözelci olmak bunu gerektirir.
Bu benimdi, artık değil.
Berk Kır’ın sergisinin bana verdiği ilham ile çıkan bir yazı. Ve sanırım en sevdiğim lambama bir aşk mektubu.
Yazı:
En son bırakmaya kıyamadığınız eşyanız neydi?
Benim listem çok uzun. Yurtdışında yaşadığım dönemde her sene taşındığım, hayatımı bavul kilogramı kurallarına göre yürüttüğüm bir düzenim vardı. Neredeyse her sene, anlamlar ve hikayeler yüklediğim ‘o’ eşya ile vedalaşmam gerekirdi. Çünkü taşınıyor olurdum. Çünkü her şey çok pahalı olurdu. Çünkü bir küçük daireden diğerine taşınırken yer yoktu ve mantıklı tarafım da o eşyayı tutmayı mantıklı bulmazdı.
Mesela sokakta yürürken bulduğum bir sörf tahtası vardı. Düşünsenize şehrin göbeğinde pırıl pırıl bir sörf tahtası. Almıştım tabii. Kilometrelerce taşımıştım yatakhaneme varana kadar. Eğlenmiştim de. Üstünde kitap okumuş, arkadaşlarımla eve çıkarsak onu nasıl kitaplığa çevirebileceğimizi konuşmuştuk falan filan. Hikayesi vardı. Mantığı? Pek yoktu.
Bir başka sefer, bir koli dolusu plak bulmuştum. Yeni evini arayan Janis Joplin’ler, Cream’ler, ne ararsan var. Eee, ne yapmıştım? Almıştım tabii ne yapacağım? Odama heyecanla girip, hepsini bir bir test etmiştim. Kaçı çizik, kaçı çalışıyor? İnanır mısınız, neredeyse hepsi çalışıyordu.
Sene sonu geldiğinde sörf tahtamla vedalaşmam gerekmişti. Yaz için kiraladığımız depo sörf tahtasını alamayacak kadar küçüktü. Ben de onu tanıştığımız yere geri bırakmıştım; sokağa. Plaklarım, Türkiye’ye temelli dönmeye karar verdiğimde, sevdiğim arkadaşlarıma dağıtıldı. Bir gün belki geri alma sözüyle onları yeni evlerine uğurladım.
Patrick adında bir bitkim var, hala en yakın arkadaşlarımdan birinin evinde dallarını uzun uzun kütüphaneden aşağı bırakıyor, yaprakları ile bana bazen fotoğraflardan el sallıyor. Ve bir lambam var. Ah o lambam. Facebook’tan bedavaya bulduğum o deniz kabuğu şeklindeki mükemmel ama komik lamba. Kucağımda sarılarak taşıdığım, her gün severek izlediğim, sıcacık ışık saçan o lambayı Türkiye’ye nasıl götürürüm diye çok düşündüm. Ama ben mantıklı davrandım. Mantık da lambanın yanında değildi. Çok sevdiğim bir dostuma verdim. Adı Sally. Arkadaşımın değil, lambanın adı Sally.
Ve bu liste uzuyor da uzuyor.
Uzuyor ama pratiğim de artıyor. Her geçen sene eşyalara atfettiğim anlamları kalbimde taşımaya devam edip, eşyanın kendisinden ayrılabilme becerim artıyor. Geçtiğimiz günlerde bir masa etrafında bundan bahsediyorduk. Eşyaların olası ağırlığından. Giderek biriken, değer verdiğimiz şeylerin bizi bir şekilde olduğumuz yere kazıyabilmesinden, bizi ağırlaştırabilmesinden…
Ama bu bize hikayeler vermiş, anılar biriktirmemizi sağlamış, eşlikçimiz olmuş bazı eşyalara haksızlık oluyor değil mi?
Çünkü eşyaların fiziksel varlığına odaklanmak yerine, atfettiğimiz anlamlara odaklanırsak. O eşyanın, fiziksel anlamda gözümüzün önünde duran o şeyin, pek de bir önemi kalmıyor. Hayatta çoğu şey (her şey) geçici. Gündüzü gece takip ediyor, yıldızlar sönüyor, meyveler çürüyor ama hayat devam ediyor. Çiçekler soluyor diye güzelliğini ve kokusunu mu unutuyoruz? Çocukken oynadığımız oyuncak artık başka bir çocuğun eğlencesi olduğunda bizim yıllar boyu oynadığımız oyunlar, yarattığımız dünyalar bir anda ‘puf’ diye kayıp mı oluyor?
Yoo.
Bu benimdi, artık değil. Ama hikayesi benimle.
Bunu söyleyebilmek gerekiyor. Çünkü giden bir şey, gerçekten gitmiyor. Kalıyor. Duygusu kalıyor, hissi kalıyor, anısı kalıyor. Bu da bu kadar geçici şeyin içinde, beni çok iyi hissettiriyor.
Lambamı, eşyaları, ağırlığı, bırakabilmeyi bana düşündüren olay neydi? 8 Ocak Pazartesi günü kişisel-sergi açılışı için gittiğim Merdiven Art Space’te, saat 11:30 sularında Berk Kır’ın ağzından çıkan kelimelerdi aslında.
Berk’in “Dışarıda Yakınlık” adlı sergisi, “ bedenin duyulur dünyanın nesneleriyle girdiği teması görmek, işitmek ve dokunmak üzerinden izleyicinin deneyimine sokuyor.” Buradaki fotoğraf dizisinde kentteki buluntu nesnelerle poz veren bedenler görüyoruz.
Basın etkinliğinde, sokakta bulduğu nesneleri kimi zaman aldığını ve anlamlandırdıktan sonra da tekrar sokakta bulduğu yere koyduğundan bahsetti. Berk’le 2021 yılında yaptığımız Alıp Başını Gidenler röportajında da söylediği şu cümlelerini hatırladım:
“İnsanları hayatlarındaki nesnelerin rollerini düşünmeye sevk etmek istiyorum. Bunların üzerine düşünüldüğünde, cevabı kendinize verdiğinizde, eskisi gibi olamayacaksınız.”
Gerçekten olamayacağız.
Berk’in sergisi 5-31 Ocak tarihleri arasında Merdiven Art Space’de. Ziyaret etmenizi şiddetle tavsiye ediyorum.
Evet! Uzun süredir başlatmak istediğim, algıları kırmaya odaklanan serimizi tanıtmak için çok heyecanlıyım. Siz Bir De Bize Sorun! Her ay ana akım medyada gençlik üzerine çıkan bir yazıyı, alıyoruz, üstüne araştırıyoruz, röportajlar yapıyoruz ve bakıyoruz. Bu yazı gerçekten gençleri ve ihtiyaçlarını, karın ağrılarını doğru yansıtıyor mu?
Yurt dışından ya da yurt içinden incelememizi istediğiniz haberleri 20likbulten@gmail.com adresine atabilirsiniz.
Sevgiyle!
👛 Bu hafta eşyalar ve anlamları üzerine düşündük.
💅Haftaya soframıza yeni katılan bir Alıp Başını Gidenimiz var. Tahminleri alalım. İpucu ad ve soyadının ilk harfleri: SB.
💌Çevrimiçi rakı soframız olan 20'liğin Instagram hesabını buradan takip edebilirsiniz. Artık TikTok’umuz da var, bekleriz.
💬Bu sayımızla ilgili yorumlarınızı, düşüncelerinizi bekliyoruz! Aşağıda buluşalım.
✨ O zaman haftaya aynı saatte diyelim mi? ✨
Şerefe!
💕 Yasmin 💕
"Hikayesi vardı. Mantığı? Pek yoktu." olsundu <3
alıp başını giden kişi sude belkıs mı yoksa xd