Sevgili 20’likler ve 20’lik kalanlar!
Nasılsınız? Bugün İstanbul’da hava inanılmazdı… Vapurda kaptım dışarıda bir yer, izledim; martılar, dalgalı bir deniz, oh be. Ne güzel şehirsin İstanbul…
Geçtiğimiz hafta Emi İstanbul’da gerçekleşen kermes etkinliğimiz inanılmaz tatlı ve başarılı geçti. Ürünlerini kermeste satan marka sahiplerine, kafesini panayıra çevirmeme izin veren Emi’ye ve gelen herkese çok teşekkürler.
Bu son değil. Kermes etkinliğini sıkça yapmayı planlıyoruz. Bunun yanısıra, yeni bir mini-etkinlik planlıyoruz birisiyle (gizemli). Onu da vakti gelince haber edeceğim… Ama birkaç ipucu: ✂️🖼️📚👩🎨.
Bu arada yarın Beyonce’nin country albümü çıkıyor. Heyecan var mı? Bende, ne yalan söyleyeyim, biraz var.
Az kaldı bayram tatiline, sıkın dişinizi!
Öptüm!
Yasmin
Bu hafta nelerimiz var?
İmamolar, Murat Veba’lar, Ekrem Kurum’lar derken sokak röportajları sayesinde seçim dönemini biraz da olsun gülerek geçirebildim. Bu pazar yine sandıklara gidiyoruz; köri tadındaki zarflara, origamı yeteneğimizi konuşturarak katladığımız oy pusulalarımızı koyup bir önceki seçimlerden gelen PTSD’yi1 yaşamamaya çalışacağız. Hayırlısı. Yazarlarımızdan neler var?
🏫 Serra, bu yılın dünya çapında seçim yılı olması ile ilgili yazdı. 2024 yılında dünya nüfusunun %50’si oy veriyor…. Hepimize hayırlısı…
🌐 Ceren, New York’da gerçekleşen Kadının Statüsü Komisyonu (KSK) toplantısından çıktılarını paylaşıyor. Biz bir ara toplumsal cinsiyet konusunda öndeydik, ne oldu ona?
Keyifli okumalar!!
Seçimler Yılı: Dünya’da Z Kuşağı’nın politik perspektif ve seçim eğilimleri nasıl şekilleniyor?
Dünya nüfusunun neredeyse %50’si bu sene oy veriyor.
Yazı:
Dünya genelinde, Avrupa Parlamentosu dahil olmak üzere 80’den fazla ülkede bu yıl seçimler olacak. Yani dünya nüfusunun yaklaşık %50’sinin oy vereceği anlamına geliyor. Bu seçim sonuçları, yerel ve uluslararası ölçekte birçok ülkenin geleceği için büyük bir önem arz ediyor.
Tabii, bu süreçte gençlerin önemi de git gide artıyor. Dünya nüfusunun yaklaşık %30’unu oluşturan Z Kuşağı, politika ve siyasete dair yeni, dinamik ve bir o kadar da eleştirel bir perspektif sunuyor.
Eğer bir genelleme yapacak olursak, Z Kuşağı politik olarak (genellikle) sola eğilimli ve özellikle Avrupa'da solcu veya sosyalist adayları destekleme eğilimi gösteriyor. Ancak, tahmin edebileceğiniz üzere, ülkeler arasında farklılıklar gözlemleniyor. Örneğin, Fransa ve Almanya'da genç seçmenler arasında Yeşiller Partisi’ne yönelik önemli bir kayma yaşanırken İtalya ve Polonya'da sağcı partilere artan bir yakınlık var.
Gen-Z'nin siyasi bakış açısı, coğrafi konumlarına ve yerel siyasi atmosferlere göre çeşitlilik gösteriyor Amerika Birleşik Devletleri'nde sol kanat politikalarının ulusal düzeyde az bir ses getirdiği ve gençlerin özellikle ücretsiz üniversite gibi konulara odaklandığı gözlemlenirken, Avrupa'da göçmenlik ve çok kültürlülük gibi meseleler gençler arasında toplumsal kimlik duygusunu belirgin bir şekilde etkiliyor. Özellikle Avrupa'nın bazı bölgelerinde göçmenlikle ilgili artan endişeler, milli kimlik ve ırkçılık algısını güçlendiriyor ve Gen-Z'nin siyasi tercihlerini etkiliyor. Bu durum, gençlerin siyasi bakış açılarının belirlenmesinde kültürel ve sosyal faktörlerin önemini vurguluyor.
Reddit’te r/PoliticalDiscussion kanalında “Z Kuşağının Avrupa’da, Amerika’dakinden daha sağcı olması üzerine” yapılan tartışamlarda öne çıkan yorumların bazıları aslında bölgelerdeki siyasi iklimler konusunda bize bir fikir verebilir:
icamefromtumblr: "Sol kanat politikaları uzun bir süredir ABD'de ulusal siyasi sahnede pek bir ses getirmemiştir... ABD'de genç insanlar ücretsiz üniversite, evrensel sağlık hizmetleri, daha güçlü işçi korumaları gibi şeyler istiyorlar, bu tür şeyler Avrupa'da oldukça yaygındır."
hapithica: "Göçmenler gerçekten de sorun... Bu tamamen kimlik meselesi... Onlar çoğunlukla genç Müslüman erkeklerinin milyonlarca olarak gelmesini görüyorlar ve ülkelerinin ellerinden alındığını hissediyorlar. Amerikalılar için bu delice görünebilir, sanki bir sağ kanat hezeyanı gibi. Ancak Avrupa'nın büyük bir kısmı çok kültürlülük kavramına farklı bir açıdan bakıyor."
informat7: "Avrupa aslında ABD'den çok daha sol kanattadır... Avrupa'nın çoğu ABD'den daha ırkçıdır ve ırkçılığı olmayan Avrupa'nın yerleri de aşırı etnik homojendir."
Amerika Birleşik Devletleri'nde de Z Kuşağı, bir önce nesillere göre daha katılımcı bir politik tutum sergiliyor. Abortion Rights Protests, March for Our Lives gibi politik hareketlere aktif olarak katılıyor ve daha sıkı silah kontrol yasalarını oluşturulmasını savunuyorlar. Genç nesillerin düşünülenin aksine sadece sosyal medya alanlarında değil fiziki kamusal alanlarda da söz sahibi olmak gibi bir çabası birçok durumda karşımıza çıkıyor.
Z Kuşağı, bugüne kadar en iyi eğitim almış olan jenerasyon olma yolunda, bu da tabiki siyasi katılımda büyük bir yer tutuyor. Harvard Kennedy School Institute of Politics'den Della Volpe'nin analizine göre, Z Kuşağı, ekonomik durgunluklardan kamusal mekanlardaki saldırılara kadar önemli toplumsal sarsıntılar ve travmaların arka planında şekillenen, politik olarak katılımcı bir nesil olarak ortaya çıkıyor. Bu deneyimler, aciliyet duygusu ve aktivizmi katalize ederek, onları silah şiddeti, çevresel sürdürülebilirlik ve bireysel haklar gibi konuları önceliklendirmeye yönlendiriyor. Z Kuşağının değerlere dayalı oy verme eğilimleri, ilerici politikalar ve toplumsal adalet konuları ile uyumlarını yansıtıyor. Amerika’da Cumhuriyetçi Parti'nin Z Kuşağının değerlerine hitap edememesi, partinin ve bu neslin arasındaki uçurumun genişlediğini gösteriyor. Politik etkilerini sürdürdükçe, Z Kuşağı, politik liderlerden otantiklik, empati ve somut çözümler talep ediyor, bu da günümüz siyasetinin geleceğini şekillendirmede dönüştürücü bir güç olduğunu gösteriyor.
Sosyal olarak, Z Kuşağı, cinsiyet eşitliğini, LGBTQ+ haklarını ve çevreciliği destekleyerek daha ilerici bir tutum sergiliyor. İklim değişikliğine inanma ve iklim krizine karşı önlemleri savunma konusunda daha istekli. Öte yandan, ekonomik olarak, Z Kuşağı, iş bulunabilirliği, eğitim kalitesi ve ekonomik istikrar gibi konuları önceliklendiriyor. Gelir ve servet eşitsizliğinin giderilmesine büyük önem veriyorlar. Örneğin, İngiltere'de yapılan bir ankete göre, 16-34 yaş arası gençlerin %67'si sosyalist bir ekonomik sistemde yaşamak istediklerini belirtiyor.
Uluslararası ilişkilere geldiğinde, Z Kuşağı, küresel bir bakış açısına sahip. Daha az milliyetçi ve daha çok küreselci, insan haklarını, çevre korumasını ve terörle mücadeleyi destekliyorlar. Küreselleşmeyi olumlu bir şekilde görüyorlar ve iklim değişikliği gibi konuları küresel ölçekte önceliklendiriyorlar. Örneğin, Morning Consult'un 18 ile 21 yaşları arasındaki Amerikan vatandaşlarını kapsayan bir araştırmasına göre, genç nesil Amerikalı olmaya kendilerinin üst jenerasyonlarına göre daha az önem veriyor.
Avrupa’da Neler Oluyor?
Kafamızı Avrupa’ya doğru çevirdiğimizde tüm dünyayı ilgilendiren başka bir seçim karşımıza çıkıyor, bu yıl yaklaşık olarak 447,7 milyon insanı etkileyecek, Avrupa Parlementosu seçimleri de gerçekleşecek. Bu konuda, gençleri odağına alan araştırmalar arasında, Foundation for European Progressive Studies (FEPS) ve ThinkYoung tarafından yapılan bir çalışma öne çıkıyor, ve çalışma, Z Kuşağı'nın AB ile ilgili beklentilerini ortaya koyuyor. Bu çalışmaya göre, AB'nin gençlerin katılımını artırması gerektiğini düşünen gençlerin oranı %66'ya kadar çıkıyor. Benzer şekilde, gençlerin %70'i AB'nin LGBTQ+ haklarını koruma ve iklim değişikliği ile mücadele konularında daha etkili adımlar atması gerektiğini düşünüyor. Ancak, gençler arasında AB'ye olan güvenin kesin olmadığına dair endişeler de bulunuyor.
Örneğin, İrlanda'da yapılan bir ankete göre, 18-34 yaş arası gençlerin %53'ü AB'nin Gazze'deki krize yanıtını "çok kötü" olarak değerlendirirken, %75'i AB'ye olan görüşlerinin bu nedenle olumsuz yönde etkilendiğini belirtiyor. Benzer şekilde, genç İrlandalıların çoğunluğu, AB'nin iklim krizine yanıtını olumsuz buluyor. Bu tür veriler, gençler arasında AB'ye olan eleştirel bakış açısını yansıtırken, aynı zamanda AB'nin gençler arasındaki desteğini kazanma çabalarının önemini de vurguluyor. Ancak, bu eğilimlerin Avrupa'nın çeşitli ülkelerinde farklılık gösterdiğini ve bazı gençlerin AB'ye karşı olumsuz bir tutum sergilediğini belirtmek önemli. Örneğin, Hollanda'da yapılan son seçimlerde, Nexit'i (Nexit: Hollanda'nın Avrupa Birliği'nden çekilmesi) destekleyen aşırı sağcı bir parti olan Özgürlük Partisi'nin (PVV), genç seçmenler arasında ulusal ortalamadan daha fazla destek aldığı görülüyor. Bu, Avrupa genelinde aşırı sağcı partilere yönelik genç destek eğilimlerinin varlığını gösterirken, AB'nin gençler arasındaki popülerliğini koruma ve gençlerin beklentilerine cevap verme konusundaki zorlukları da ortaya koyuyor.
Öte yandan aktif sosyal medya kullanımı syasi partiler ve genç seçmeni arasında bir kesişim alanı olarak karşımıza çıkıyor. Örneğin, Fransa'nın Jordan Bardella gibi sağ liderleri TikTok'ta milyonlarca takipçi topluyor. Bardella, siyasetten ziyade viral danslara ilgi gösteren genç kitleye hitap ederek sosyal medyada ilgi topluyor. Özellikle TikTok, gelecek seçimlerde genç seçmenler için kritik bir savaş alanı haline gelmiş durumda. Türkiye’de de geçtiğimiz seçimlerde gördüğümüz gibi bu seçimlerde de siyasetçilerin videolar, viral akımlara içerik üreterek genç seçmenlerine ulaşmaya çalıştığını görüyoruz (bknz).
Asya’ya baktığımızda, Endonezya'da 2024 seçmenlerinin çoğunluğunu oluşturan Z Kuşağı ve milleniyum kuşağı, siyasi partiler ve cumhurbaşkanı adaylarının gençleri cezbetmek için çaba sarf etmelerini gerektiriyor. Seçmen kaydına göre, 40 yaşın altındaki kişilerin oranı %52'ye ulaşıyor.
Türkiye’de Durumlar
Peki ya ülkemizde durumlar nasıl? Türkiye'deki Z Kuşağı'nın politik bakışı, diğer ülkelerdeki yaşıtlarından farklılık gösteriyor. Bu neslin Türkiye'deki politik perspektifini anlamak için, küresel eğilimleri ve Türkiye'nin benzersiz koşullarını göz önünde bulundurmak önemli. Eğitim sistemi ve işsizlik gibi konular, ülkemizde Z Kuşağı'nın öncelikli endişe kaynakları arasında yer alıyor. Eğitim vaatlerinin yerine getirilmemesi ve işsizlikle mücadele etmek zorunda kalmaları, bu kuşağın siyasi taleplerini şekillendiriyor.
YSK'nın 14 Mayıs 2023 tarihli genel seçim için yayınladığı rapora göre, 18-25 yaş arasında yaklaşık olarak 9 milyon kişi yurtiçi ve yurtdışında seçmen olarak karşımıza çıkıyor. Bu sayıya 25-29 yaşı da eklediğimizde, Türkiye’de 15 milyonu aşkın bir genç seçmen kitlesi olduğunu görüyoruz.
Türkiye'deki Z kuşağının siyasi bakış açısını anlamak için yapılan araştırmalar, bu neslin demokrasi, insan hakları ve ifade özgürlüğü gibi temel değerlere önem verdiğini gösteriyor. Teknolojiye olan ilgileri, Türkiye'deki Z Kuşağı’nın dijital platformlarda aktif bir şekilde siyasi tartışmalara katılmasını teşvik ediyor. Ancak, siyasi partilere karşı belirgin bir bağlılık hissetmemeleri dikkat çekiyor. Bu durum, Türkiye'deki siyasi partilerin Z Kuşağı'nın endişelerini ve taleplerini dikkate alması gerektiğini gösteriyor.
Yakın zamanda yayınlanan, GoFor ve KONDA işbirliğiyle gerçekleştirilen 'Gençlerin Politik Tercihleri Araştırması 2024' raporu, Türkiye genelinde 18-30 yaş arasındaki gençlerin siyasi tercihlerini ve oy verme eğilimlerini inceliyor. Araştırmaya katılan gençlerin %43,8'i ya kararsız olduklarını ya da oy vermeyeceklerini belirtiyor. Özellikle, gençler arasında oy kullanmayı tercih etmeme oranı %14,1,, kararsızlık oranı ise %29,7.
Sonuç olarak, Türkiye'deki Z Kuşağının politik bakış açısı, küresel eğilimlerin yanı sıra ülkenin kendi iç dinamiklerinden de etkileniyor. Bu nesil, eğitim, işsizlik, demokrasi, insan hakları ve teknoloji gibi konularda önemli endişelere sahip. Ancak, siyasi sistemin getirdiği kısıtlamalar ve ekonomik zorluklar, Z Kuşağı’nın politik memnuniyetsizliğini artırıyor ve siyasi tercihlerini şekillendiriyor. Bu nedenle, önümüzdeki seçim ve sonrakilerde, siyasi partilerin bu kuşağın endişelerini ve taleplerini dikkate alması, Türkiye'deki siyasi manzaranın geleceğini belirlemede kritik bir rol oynayacağa benziyor.
Eskiden Kazanırdık, Şimdi Savunuyoruz. Tekrardan Kazanmak İstiyoruz.
Ceren’in New York’da gerçekleşen Kadının Statüsü Komisyonu (KSK) toplantısı çıktıları ve toplumsal cinsiyet üzerine…
Yazı:
Mübarek Mart ayı geldiğine göre kadın hakları konusunda bir şeyler yazmasam olmazdı. Ülke ve dünya gündemi sağolsun, konu bulmakta hiç zorlanmadığımız alanlardan biri kadın hakları. Ancak bu sene, kadın haklarının bu zamana kadarki sürecinden ve bugüne dair yaptığım analizlerden bahsetmek istiyorum.
Türkiye’deki birçok kadın, kadının siyasi haklarının Cumhuriyet sonrasında konuşulduğunu düşünüyor. Ancak bu büyük bir yanılgı. Yeni Zelanda’dan sonra ama dünyadaki hemen hemen her ülkeden önce kazanılmış bir haktan bahsediyoruz. Bu yüzden Türkiye tarihsel açıdan onurlu bir noktada yer alıyor. Ancak zannedilmesin ki, kadınlar hakları için cumhuriyete kadar herhangi bir mücadelede/talepte bulunmadı. Osmanlı Kadın Hareketi çok farklı kadınları bir araya getirdi; yazar-çizerleri edebiyat sayesinde, cesur kadınları sokakta, bazılarını da eylemlerde buluşturdu.(Konu hakkında detaylı bilgi sahibi olmak isterseniz Serpil Çakır’ın Osmanlı Kadın Hareketi kitabını ya da buradaki makaleyi inceleyebilirsiniz.
Siyasi hakları çok önceden kazanmış olmakla gurur duyan Türkiye, şu an bu sıralamada nerede? Türkiye’de parlamentoda kadın oranı 2023 seçimi itibariyle %20. Yerel yönetimlerde kadın oranı %10.7 iken belediye başkanlığında ise sadece %3.2! Yani son gelinen duruma bakıldığında, tarihteki bu başlangıçlarla övünmek doğru ancak sonrasında gelinen duruma dair tespitler yapmazsak sadece geçmişle avunmuş oluyoruz.
Geçmişle avunma durumu, sadece siyasi haklar için değil birçok kazanım için geçerli. Bu yazıda değinmek istediğim konu da bu.
20’li yaşlarda bireylere toplumsal cinsiyet eşitliği ve kadın hakları konulu eğitimler veriyorum. Bu eğitimlerde şiddeti konuşmak için en güzel başlangıç, Türkiye kadın hareketinde bir mihenk taşı olan “Dayağa Karşı Kampanya” örneği. “Eskiden ‘dayak’ kelimesi kullanılırken artık ‘şiddet’ kelimesini kullanıyoruz, neden? “ diye sorduğumda, tüm katılımcılar bir ağızdan: “Çünkü şiddet sadece fiziksel değildir.” diyor. Bu sahneyle karşılaşmak beni hep mutlu ediyor. Şiddet hakkında konuşmak, şiddete dair alt kavramları anlatmak, bu konuda duyarlı olmak bence son dönemde çok başarılı şekilde ilerliyor. “Her gün bir yeni kavram mı öğrenelim yahu!” diye isyan edenler olsa da, “Gibi”nin Ghosting bölümünde de gördüğümüz gibi love-bombing, gaslighting, ghosting gibi birçok kavramı seve seve öğrendiler, öğrenebildiler. Yani günümüzde şiddet kavramı ve şiddetin alt kavramları konusunda gençler olarak fikir sahibiyiz diyebilirim. Ancak tabi ki bu durum, şiddet sorununu çözdüğümüz anlamına gelmiyor.
“Dayağa Karşı Kampanya”dan sonrasına doğru biraz daha ilerleyelim. Türkiye’de özellikle şiddete karşı ciddi bir mücadele sürüyor, kadınlar hakları için sokağa dökülüyor. Dünyada da durum farklı değil. 15 Eylül 1995’te 189 üye devletin imzasıyla Pekin Deklarasyonu ve Eylem Planı kabul edildi. Deklarasyonda, kadın ve yoksulluk, eğitim, sağlık, şiddet, çatışma/savaş, ekonomi, siyasete ve karar alma süreçlerine katılım, medya, çevre, kız çocukları konularında toplumsal cinsiyet eşitliği hedefiyle birçok tespit ve talebe yer verildi. Katılımcı hükümetler bu deklarasyon doğrultusunda hükümlü kılınarak eylem planının hayata geçirilmesinden sorumlu tutuldu.
Kadınlar, özellikle yasalarda yer alan cinsiyetçi uygulamalar hakkında da mücadele veriyor. 1998 yılında 4320 Sayılı Ailenin Korunması Kanunu yürürlüğe giriyor. Türkiye’nin AB’ye uyum sürecine girmesiyle birlikte talepler bir bir karşılık buluyor. Kadın ve erkek için evlilik yaşının 18’e yükseltilmiş, evlilik sırasında edinilen malların eşit paylaşımı ve evlilik dışı doğan çocukların evlilik içi doğan çocuklarla aynı miras haklarından yararlanmaları karara bağlanıyor, ayrıca kadına karşı şiddetin önlenmesi konusunda çeşitli düzenlemeler getiriliyor. İş Kanununda kadının çalışması için eş izni hükmü kaldırılıyor, Anayasanın 10.maddesine kadın ve erkeğin eşit olduğu ibaresi ekleniyor.
Yıllar geçtikçe edinilen en büyük kazanımlardan olan İstanbul Sözleşmesi ve 6284 sayılı Kanun ise “kazanım” kelimesini kullanabileceğimiz son önemli olaylardan.
Sonra ne oldu?
Neden artık kazanımları konuşamıyoruz da elimizde olan hakları kaybetmemek için mücadele ediyoruz?
Kadınların sloganları neden “istiyoruz, alacağız, yapacağız” dan “dokunmayın, karışmayın, uygulayın” a döndü?
Bu durum sadece Türkiye için mi geçerli yoksa her yerde durum böyle mi?
10-18 Mart tarihleri arasında Kadının Statüsü Komisyonu (KSK) toplantısı için New York’taydım. Dünyanın en büyük toplumsal cinsiyet eşitliği konulu toplantısı olan KSK, toplumsal cinsiyet eşitliğinin geliştirilmesini ve kadınların ve kız çocuklarının güçlenmesini amaçlayan ve bu alanlarda politikaların küresel düzeyde müzakere edildiği hükümetler arası bir yapı. Bu toplantıda, cevabını aradığım sorulara ilişkin dünyanın dört bir yanından gelen feministlerle konuşma fırsatı buldum.
Mercek altına aldığımız 40 yılı aşkın sürede, kadın hareketinin en önemli kazanımlarının 1995-2010 yılları arasında yaşandığını söyleyebiliriz. Birleşmiş Milletler Eski Kadına Yönelik Şiddet Özel Raportörü Prof. Dr. Yakın Ertürk bu konu hakkında krizlerin altını çizdi. Devletlerin kadına yönelik şiddetin son bulması ve toplumsal cinsiyet eşitliğinin sağlanması gibi konularda 90’lı yılların sonunda büyük bir coşku içinde olduğunu, kadınlar için çok güçlü ve parlak dönemler olduğundan bahsetti. Ancak dünyada yaşanan birçok kriz, kadın bedeninin önemini bir kez daha hatırlattığını vurguladı. 11 Eylül, savaşlar, pandemi, afetler gibi kriz örneklerinin kadınların ev içindeki emeğinin önemini fark ettiren, bu yüzden kadını kamusal alandan kopararak tekrardan ev hayatına hapseden bir anlayıştan bahsetti. Toplumsal cinsiyet eşitliğini derinleştiren bu hamlelerde, gençler üzerinde de önemli etkiler bulunuyor. 90’lı yılların rüzgarıyla yetişen gençlerle bir sonraki nesil karşılaştırıldığında, toplumsal cinsiyet eşitliği kavramına bakış açısı da yaşam tarzı da çok farklı şekillerde karşımıza çıkıyor.
KSK Toplantısında ilk defa geçen sene düzenlenen gençlik panelinin ikincisi bu sene düzenlendi. Yetişkin delegelerin pek çoğu LGBTQ+ kelimesini ağzına almaz ya da raporlara yazmazken, kesişimsellik kavramı hiç duyulmamış gibi davranılırken hem geçen sene hem de bu sene gençlik panelinde bu kavramlara değinildi. Ancak dikkatimi çeken bir husus var. Gençlik panelinde gençlerin hak çalışmalarının iklim değişikliği, ticaret ve vergi reformu konularında sıkışmış olması. Yazının başından beri anlattığım kadın bedenini ve yaşamını merkeze koyan eylemler, mücadeleler artık yerini daha “kabul edilebilir” mücadelelere bıraktı. Bu konuların öneminin daha az olmasından değil ancak muhatapları daha az sinirlendiren konular olması beni düşündürüyor. Talep etme hakkından, ataerkiye boyun eğmeme pratiklerinden günden güne uzaklaşılıyor mu?
Toplantıda gençler, dünyalarının savaşla yıkıldığından da bahsetti. Savaşla hayatı yıkılan bir gencin radikal konular hakkında düşünmemesi, harekete geçmemesi anlaşılır mı olmalıdır?
Tüm bu sorulara yanıt ararken, adım gibi ezberlediğim bir prensibin önemi Tayvanlı feministler tarafından tekrardan vurgulandı. İstanbul Sözleşmesi’nde 4P Politikası vardır. İstanbul Sözleşmesi kadına yönelik şiddet ve ev içi şiddetin önlenmesi konusunda bütüncül bir yaklaşım öngörür. Bu bütüncül yaklaşımı da 4P diye kısaltılan 4 ana yöntem ile sağlamayı önerir:
Önleme (Prevention), Koruma (Protection), Cezalandırma (Prosecution) ve Bütüncül Politikalar (Integrated Policies).
Kadın hakları ve toplumsal cinsiyet eşitliği konusunda kazanımları bir bir kaybeden ülkelerin, bu 4P kuralında sadece 2P’yi önemsediğini söyleyebilirim. Koruma (Protection), Cezalandırma (Prosecution). 4P kuralı, ancak dördü de birlikte uygulanırsa bir anlam ifade ediyor. Sadece şiddeti uğrayan kişiyi koruyalım, faili de cezalandıralım bakış açısı eşit bir gelecek için yeterli değil. Belki de bu 4 prensibin en önemlisi Önleme (Prevention). Gençlik Forumunda gençlerin, toplumsal cinsiyet eşitliği temelli eşitsizliklerin ve şiddetin engellenmesi yönünde yaptığı bir konuşmaya ne yazık ki denk gelmedim. Ancak “nesillerarası diyaloğun önemi”nden bahsedildi. Birkaç neslin bir arada çalıştığı bir ortamda uzun süre bulunmuş biri olarak söyleyebilirim ki, bugün sahip olduğum hakların birçoğu, geçmişte bir kadın “haddini aştığı” için kazanıldı. Bu yüzden talep etmenin öneminin anlaşılmasının, gençlerin yapacağı aktivizmde çok önemli bir rolü olduğunu düşünüyorum.
Sadece geçen seneden beri toplanan gençlik forumunun, tüm müzakerelerde bulunma isteği var. (Hah işte! Bana taleple gel) Bu talep karşılanırsa, CSW içerisindeki genç temsiliyetinin artmasıyla, alınan kararlara gençlik bakış açısının kazandırılmasıyla sonuç bulacaktır. LGBTQ+ konusu başta olmak üzere, konuşulmayan konuları gençler konuştuğu için bu talebin çok önemli olduğunu düşünüyorum. Bu sesler yükselmediği takdirde CSW toplantıları da her geçen gün daha muhafazakar olmaya doğru kayıyor. Toplumsal cinsiyet eşitliği bizim için kadın ve erkek demektir diyen ülkelerin sayısı her geçen gün daha da artıyor. Kürtajın bir hak olarak görülmesinden her geçen gün daha da uzaklaşılıyor.
Gençler, bugün sahip olduğu hakların bin bir zorlukla kazanıldığını, bu hakların kazanılmasının ardından ataerkinin kadın bedeninin ev hayatında ne kadar önemli olduğunu fark ettiğinin, bedene ve haklara dair talep sesleri yükselmedikçe muhafazakarlığın hızla artacağını ve toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin derinleşeceğinin farkında olmalı. Gençlik hakları konuşulurken bireylerin tüm haklarını kapsayıcı bir savunuculuk yapmanın önemi burada bir kez daha kendisini gösteriyor. Kapitalizmin, tüketim kültürünün ve ataerkinin sinsi işleyişi, hak talep etmeyişin kadınların “kendi seçimi” gibi hissettirmesini de sağlıyor. Bu yüzden sevgili 20’likler, sizden duymak istediğim kelime:“YEMEZLER!!!”
Genciz, güçlüyüz, özgürüz, eşitlik istiyoruz, barış ve mutluluk istiyoruz. Bu istekler ağızdan bir çırpıda çıksa da, hiç kolay olmadığını biliyoruz. Bu yüzden yeniden “kazanımlar” dönemine girene kadar, haklarımız için mücadeleye devam edeceğiz. Kamusal alanda özgürce var olmanın tadını çıkaracağız.
🗞️ Bu hafta dünyanın her yerinde gerçekleşen seçimlere bir baktık. Sonra da Türkiye’de kadın haklarında öncü rolümüzün nasıl değiştiğine odaklandık.
🌷Haftaya Nisan ayını selamlıyoruz. Ne çabuk değil mi?
💌Çevrimiçi rakı soframız olan 20'liğin Instagram hesabını buradan takip edebilirsiniz. Artık TikTok’umuz da var, bekleriz.
💬Bu sayımızla ilgili yorumlarınızı, düşüncelerinizi bekliyoruz! Aşağıda buluşalım.
✨ O zaman haftaya aynı saatte diyelim mi? ✨
Şerefe!
travma sonrası stres bozukluğu