Selam 20’likler ve 20’lik kalanlar,
Nabersiniz? İyi misiniz? Yoksa aralık ayı sümüklüleri kulübüne siz de katıldınız mı? Çevremde herkes ama herkes nezle, burunlar dolu, homur homur boğuk sesleriyle konuşuyorlar. Bu gruba tabii ki ben de dahilim. Nezle olunacaksa, olanlardanım —beni çoğu zaman teğet geçemiyor. Olsun canı sağolsun.
Peki nezleye neler iyi geliyor? Araştırmadan uzak, arkadaş-konuşmaları ve kişisel deneyimlerime göre şunları sıralayabilirim; acılı çorbalar, tavuk-suyuna çorba zaten, zencefil çayı (tarifi birazdan), bol mandalina, kekik çayı önerilmişti ve iyi bir atkı. Atkı yemelik değil. Dışarıdayken ağzınızı kapamalık. Ki içinize soğuklar girmesin — bu da dedemin önerisi.
Peki Güleç çekirdek ailesinin zencefilli çayı nasıl oluyor?
Rendelediğiniz taze zencefil. Bu çayda daha güzel erimesini sağlıyor ve ağzınıza hart hurt zencefil gelmiyor.
Bal: Ben iki çeşit bal karıştırıyorum. Aile büyüklerinin memleketten getirttiği ‘ilaç bal’ adı verilen koyu bir bal ve normal çiçek balı.
Limon: çoğu zaman yarım limonun suyunu sıkıyorum.
Tarçın: bir tarçın çubuğunu kırıp küçük bir parçasını koyuyorum.
Karanfil: 1-2 tane karanfil de hop içine.
Toz zerdeçal: şöyle bir tutam. Neşesine.
Kaynar su ya da ıhlamur: keyfiniz bilir.
Bir anne, baba, aile büyüğü, sevgili, dost eli değerse çok daha lezzetli oluyor. Ve sevdiğiniz bir kupada içildiğinde harika oluyor.
Şu Carole King klasiğini de buraya bırakayım:
Sağlığınıza,
Yasmin
Bu hafta nelerimiz var?
Evet, geldik yine bir Throwback Thursday haftasına. 20’liğin yeni evi Substack’e taşındığımızdan beri kolilerimizi yavaş yavaş açıyoruz, evimizi düzüyoruz. Bu hafta, üstünde izlemelik yazan kolimizi açtık. İçinden neler mi çıktı?
Off neler çıkmadı ki.
Geçen hafta“Ekranda Z Kuşağı Temsil Açlığının İzinde: Türkiye” yazısının ardından, bu hafta #tbt serimizde Ayşe’nin yazdığı bir diğer Bihter Ziyagil yazısını paylaşmamak olmazdı. Bir de onun kaleminden çıkan çok beğendiğim Avrupa Yakası yazısı var.
O zaman bakalım bu hafta nelerimiz var?
🌹Ayşe, Aşkı Memnu dizisi sayesinde Türk popüler kültüründe yaşamaya devam eden Bihter Ziyagil’in sene-i devriyesi ile ilgili bir yazı yazdı.
🧠 Yasmin, Gibi’nin yeni sezonu çıkmadan, 3. sezonunu kutlayan yazısını paylaşıyor.
🌉Yeniden Ayşe, ‘“Avrupa Yakası” Nostaljisi: Eski Türkiye’ye Esprili Bir Ağıt’ adlı yazısı ile bizlerle.
İyi okumalar!
Sonsuza Kadar 20’lik: Bu Dünyadan Bir Bihter Ziyagil Geçti
Kült bir dizi ve ikonik bir ana karakter.
Yazı:
2010 yılının takvim yaprakları 24 Haziran’ı gösterdiğinde Türkiye’de çekilmiş en kült televizyon yapımlarından biri olan Aşk-ı Memnu ekranlara veda etti. Üzerinden yıllar geçmesine rağmen onun gibisi gelmedi. Bu başarıdaki en önemli rol ise elbette ki dizinin ikonik ana kadın karakteriydi. Gelin, vefatının on ikinci yılında sonsuza kadar 20’lik kalacak bir kadından, Bihter Ziyagil’den konuşalım.
Bayan Elektra Kompleksi
14 Kasım 1983 doğumlu Bihter Yöreoğlu, İstanbul sosyetesinin gözde isimlerinden Firdevs ile Melih Yöreoğlu’nun ortak yapımı, Peyker’in kardeşi, bir genetik şaheser. Burcu akrep, yükseleni bilinmiyor, gözleri yeşil, saçları hep yapılı; Amerika’da üniversite eğitimini tamamladıktan sonra memleketine döner. Eşi Firdevs’in kendine ihanet ettiğini öğrenmesi sonucu üzüntüden kalp krizi geçiren baba Melih Yöreoğlu, hakkın rahmetine kavuştuktan sonra, babasına aşık Bihter, nam-ı diğer Bayan Elektra Kompleksi, savaş boyalarını (siyah göz kalemi) sürer ve annesine savaş açar. Ne iyi bir eş ne de iyi bir anne olmak gibi dertleri olan Firdevs ise pek oralı değildir. Onun tek problemi, Melih’in ölümüyle birlikte kendisine kalan borçları ve biten servetidir!
Firdevs ile Bihter arasındaki gerilim, dizinin ateşleyici fişeğidir aslında. Hikaye arka planda hep ana-kız çatışmaları üzerinden evrilir. Eşinin ölümünden sonra Firdevs, yeni bir “kasa” için gözünü cemiyet hayatının zengin ve olgun bekarlarına diker. İlk akla gelen ise, iki çocuk babası, müşfik dul Adnan Ziyagil’dir. Firdevs, Adnan’ı ağına düşürmek için tüm hünerlerini sergilerken bilmediği şey; babasının kabrini ziyaret eden vefalı evlat Bihter’in, tesadüfe bakın ki yan kabirde yatan müteveffa eşini ziyaret eden vefalı eş Adnan’la mezarlıkta flörtleşmesidir! Aşiyan Mezarlığı’nda gerçekleşen bu karşılaşmalarda, Bihter’in Boğaz’dan esen meltemle uçuşan şifon elbiseleri ve lüle saçları yaşını başını almış Adnan’ın içinde hoş bir seda olurken; Bihter, daddy issue’larının dermanını Adnan’da bulmuş gibidir.
Ergen ve şımarık kızı Nihal, küçük oğlu Bülent, tarihteki ilk f*ckboy yeğeni Behlül, sıkıcı mürebbiye Matmazel ve mutfak tayfasıyla koca bir yalıda sıkışıp kalan Adnan, kışın ortasında baharı yaşamak için çok şeyler vadeden güzel Bihter’i Firdevs’ten istemek üzere soluğu Yöreoğlu yalısında alır ve içimizi eriten o sahne yaşanır. Adnan’ın kendisiyle değil de kızı Bihter’le evlenmek istediğini anlayan Firdevs’in yüzündeki şaşkınlık görülmeye değerdir! Birinci raund’u Bihter kazanmıştır.
Bihter’in Adnan’la evlenerek Ziyagil köşküne terfi etmesiyle, Adnan’ın yeğenim dediği, öz evlatlarından ayırmadan büyüttüğü genç Behlül Haznedar hikayemizde önem arz etmeye başlıyor. Kendisini nasıl anlatmalı? Şöyle özetleyebiliriz: Tam bir ev seksisi olan Behlül’ün bugün bir Tinder hesabı olsa profilinde mutlaka üstsüz / spor arabalı / Malibu’da partilerken çekilmiş fotoğrafları olurdu. Eşleştiği tüm kızlara ilk dakikadan “nbr, bana gelsene, yalıdayım ;)” yazardı.
Hayatı boyunca kadınlarca şımartılmış, herkesi ve her şeyi çok kolay elde etmiş bir adamın Bihter’e de “kazanılması gereken zor bir oyun” gözüyle bakmasına şaşmamak gerek. Çünkü Bihter, amcasının eşi olduğu için yasaklı olması bir yana, Behlül’den zerre hazzetmediğini belli etmekten asla çekinmeyen bir kadındı. Yani, Behlül için ideal bir challenge idi. Bihter kaçtıkça, reddettikçe, küçümsedikçe Behlül’ün gözünde çekiciliği arttı ve en hünerli çiftleşme dansını Bihter için yaptı. Bihter’le yaşayacağı macera Behlül’ün ustalık eseri olacaktı. Onu bile elde ederek kendi erkekliğini kendine kanıtlayacaktı!
Bihter’in nihayet yasak aşığının ağına düşmesiyle kendimizi çok katmanlı çatışmaların içinde buluruz ve akıllarda soru işaretleri belirir. Bihter, Adnan’da bulamadığı şeyleri sevgilisinde bulduğu için mi eşini aldatmayı seçti? Yoksa eşini aldatarak yani bir türlü affedemediği, barışamadığı “cheater” annesiyle aynı davranış motifi içine girerek annesini kendince temize çekmeye mi çalıştı? Bizi travmatize eden ebeveynin davranışlarını yıllar sonra birebir aynı şekilde kendi hayatımıza aktarmak ve tıpkı çok öfkeli olduğumuz annemiz/ babamız gibi davranmaya başlamak çoğumuzun hiç de yabancı olmadığı bir durum.
Annesine benzemeye başladıkça, yani gücünü aldığı “ahlaki üstünlük” seviyesini yitirdikçe kendisinden ve etrafındakilerden nefret ederek gittikçe hırçınlaştığını görüyoruz. Evet, Bihter her zaman kibirliydi ama ilk bölümlerde evdeki hizmetlilerden sokaktaki simitçiye, garsonlara, balıkçılara kadar sosyoekonomik olarak kendisinden alt sınıftaki insanlara karşı bile ortalama üstü seviyede bir nezaketle yaklaşan; tüm samimiyetiyle Bülent’e annelik, Nihal’e ablalık yapmaya çalışan Bihter’in, kendine duyduğu sevgi ve saygıyı yitirmesiyle tüm dünyaya savaş açtığını, zamanla eşinin çocuklarına ve hatta eşine karşı bile nazik davranamayacak kadar agresifleştiğini görüyoruz. Kendini sevmeyen biri, kimseyi sevemez. Bihter kendine saygısını yitirdikçe hırçınlaştı, hırçınlaştıkça yalnızlaştı ve yalnızlaştıkça bir izlek bağımlılığı gibi yasak aşkına sarıldı.
Bu hırçınlaşma ve yalnızlaşma süreci elbette sadece Bihter’in içsel “kendini sevememe” savaşıyla açıklanamaz. Dışardan da Bihter’e karşı büyük bir direnç vardı. Evdeki hizmetlilerin yeni hanımın varlığını bir türlü benimsememeleri ve bunun ona hissettirilmesi bir yana; her ne kadar güçlü ve zengin olsa da sonuçta babası yaşında olan bir adamla evlendiği için kendi sınıfındaki insanların da Bihter’i “trophy wife” imalarıyla hafife aldığını görüyoruz. En ağır darbeler ise elbette ki üvey kızı Nihal’den geliyor- Bihter’in o evde istenmediği, Nihal’in bakışları ve cesaret edebildiği zamanlarda sözleri tarafından sıklıkla dile getiriliyor. Bihter, Ziyagil köşkünde adeta varoluş savaşı veriyor ve bu savaşı sürekli kaybediyor. Sonuç olarak, yaptığı evlilik sebebiyle maruz kaldığı dışlayıcı tavır onu evliliğinden de uzaklaştırıyor.
Nihal Tek Nefeste Soluverecek Bir Çiçek, Peki Bihter?
Bu noktada Bihter’in Nihal’le olan ilişkisine bir parantez açmak gerek, çünkü üvey kızı Bihter’in çöküşündeki kilit unsurlardan. Nihal, annesiz büyümüş, o yüzden babasıyla sıradan bir baba – kız ilişkisinden daha öte bir ilişki geliştirmiş (Bir başka Elektra Kompleksi!) Babası geç kalınca arayıp “nerede kaldın” şeklinde hesap soruyor, babası onsuz gezmeye çıkınca trip atıyor, babası ondan başka herhangi biriyle ilgilenince kızıyor, küsüyor ve hatta bayılıyor!
Elbette sahneye Bihter’in dahil olması Nihal için büyük bir yıkım, çünkü Bihter kendisinin upgrade edilmiş versiyonu gibi! Kendisinden daha güzel, daha “yaşlı” (babasıyla evlenebilecek kadar yaşlı, ama hala 20’li yaşların tüm güzelliklerine sahip olacak kadar da genç!), daha eğitimli, daha özgüvenli, daha şık ve üstelik aynı sınıfa mensuplar. Nihal, herkese karşı kullandığı, cemiyet hayatının önemli figürlerinden biri olan Adnan’ın prenses kızı olma kozunu Bihter’e karşı kullanamıyor çünkü Bihter (beğense de beğenmese de annesi Firdevs’in şöhreti sayesinde) zaten o cemiyetin çok daha önemli bir figürü!
Hikayenin başında Nihal, Bihter’i kıskanan şımarık bir çocuktan fazlası değilken Firdevs olaya el atıyor ve işler değişiyor. Firdevs kızıyla Behlül arasındaki yasak aşkı fark edince, Bihter’in evliliğini korumak için harekete geçmesi gerektiğini anlıyor: Aşıkları acilen uzaklaştırması gerek. Kızına söz geçiremeyince çözümü Behlül’ü manipüle ederek Nihal’e yönlendirmekte buluyor! Nihal’den masum bir prenses, “bir nefeste soluverecek bir çiçek” yaratıyor. Çok rahat, çok profesyonel! Firdevs’in ustalıklı yönlendirmeleri sayesinde Nihal’in Behlül’e duyduğu çocuksu hayranlık bir anda evdeki herkes tarafından ciddiye alınması gereken gerçek bir aşkmış gibi görülmeye başlanıyor. Behlül bu fırsata dört elle sarılıyor. O da zaten Bihter’in öfkesinden, hırsından ve ihtirasından sıkılmış, artık esaret olarak gördüğü yasak ilişkisinden bunalmış. Çünkü Bihter, karanlık köşelerde bir hayal gibi yaşadıkları gizli aşkı gerçek kılacak somut adımlar atmasını istiyor Behlül’den. “Gidelim,” diyor korkusuzca. “Her şeyi geride bırakıp, birlikte kaçalım.” Bu aidiyet ve adanmışlık Behlül gibi eylemsizliği şiar edinmiş bir adam için çok fazla. Bir kadın için Ziyagil klanının ayrıcalıklı bir üyesi olmaktan vazgeçmek mi? Daha neler.
Peki, yine de hakkını vermek gerek. Bir noktada Behlül gerçekten pişman olup vicdan azabı da çekmeye başlıyor. Yasak aşkın verdiği ekstatik duygu yoğunluğu azalınca, yaptığı şeyin ne kadar etik dışı olduğunu kavramaya başlıyor. Çok da kötü niyetli bir adam değil, Behlül. Sadece çok gamsız ve çok güçsüz. Birlikte büyüdüğü Nihal’in masum sevgisinin altında, amcasının güveninin altında eziliyor. Bihter’le yaptığı hatayı anlayınca bir başka hataya sarılıyor: Nihal. Vicdanını, amcasının kızının ilgisine karşılık vererek rahatlatması çok kolay. Bir çeşit hayır işi gibi. Aldattığı amcasının biricik, masum kızıyla evlenip onu mutlu ederek tüm günahlarını kendince temize çekiyor. Hem zaten, Adnan Ziyagil’in damadı olarak sahip olacakları, yeğeni olarak sahip olacaklarından çok fazla. Gerçekten buna değer.
Gördüğümüz gibi, Behlül’ün Nihal’le olmasıyla ilgili -Bihter dışında- herkesin bir çıkarı var. Hikaye genellikle Firdevs ve Bihter arasındaki gerilim sayesinde gelişiyor ve yönleniyor demiştik. Firdevs’in belki de en önemli gizli ajandası, zamanında Adnan’la evlenerek kendi canını acıtan kızına kendi ilacından tattırmak. Görünüşte Bihter’le Behlül’ü, kızının evliliği kurtarmak ve kendi refahını korumak için ayırdığını sanıyoruz. Ama bunu, Behlül’ü herhangi başka bir kadına yönlendirerek de yapabilirdi! Firdevs ise, Behlül’ün Bihter’in üvey kızıyla birlikte olmasını sağlayarak intikamını kesinleştiriyor! Bihter’i, “ne olur boz bu işi, onlar gözlerimin önünde birbirlerini severken ölüyorum anne, ölüyorum anlasana!” diye ağlatarak önünde diz çöktürüyor Firdevs. Sen beni ezip geçtin, şimdi senin kızının sana yapacaklarını izle bakalım, diyor adeta. Öz kızını hiç acımadan nakavt ediyor. Bihter önünde diz çökmüşken başını okşamak için elini uzatsa da, vicdan azabından mıdır bilinmez, ona dokunamıyor. Aynı anda hatasını anlıyor. Firdevs’in en güçlü olduğu an, aynı zamanda en güçsüz hissettiği an. Kızını kurtarmak için filmi başa sarmaya çalıştığında ise her şey için çok geç oluyor. Kızını ve onunla birlikte her şeyini kaybediyor.
Hikayeye dışardan bakınca, parası için evlendiği yaşlı kocasını evdeki genç adamla aldatan ahlaksız bir kadının çöküş hikayesi gibi duruyor. Peki biz Bihter’i neden seviyoruz? Bihter Ziyagil, bütün o femme fatale görünüşünün altında, aslında annesi tarafından sevgisiz bırakılmış, hırçın, küçük bir kız çocuğuydu ve sevilmek istedi. Adnan’la evlenirken de, Behlül’ün peşinden giderken de sadece sevilmek istedi. Suçlu olduğu kadar da mağdurdu ve aksi gibi davransa da öyle güçsüzdü ki kendi hayatına dair bir etki altında kalmadan verdiği tek karar, belki de kalbine doğrulttuğu tabancanın tetiğini çekmesiydi.
Sanırım Türkiye televizyon tarihinde bu kadar çok katmanlı, bu kadar gerçek, derin bir kadın karakter, ne Bihter’den önce, ne de sonra yazılmadı. Bihter ne iyi ne de kötüydü; ne beyazdı ne de siyah. Hepimiz gibiydi- griydi. İşte bu yüzden çok gerçekti! Tüm güzelliği, stili, karizması bir yana, en çok bu sebepten yıllardır unutamıyoruz kendisini. Huzur içinde uyu, Bihter Kraliçe.
Bu yazı 20’liğin 7 Temmuz 2022 sayısında çıkmıştır.
hayat Gibi
“İnsanlık denizinde kulaç kulaç ilerleyen maceralar, yepyeni atılımlar…”
Yazı:
(Bu yazı minik spoilerlar içerir).
Gibi 2021 de hayatımıza girmiş olsa da ben onunla 2022’nin son demlerinde karşılaştım diyebilirim. İlk sezonun ilk bölümü, ‘Kokoriç’ ile beni almıştı hayran kitlesine. Absürt komedi olarak geçen bu dizi, Türkiye’de çok örneği olmayan bir yerden girdi ve bence büyük bir ihtiyacı karşıladı. Her bölümün birbirinden bağımsız olduğu dizi örneklerini Türkiye’de çok sık görmüyoruz. Bu özelliği ile benim listemde Broad City ve Black Mirror gibi dizilerle beraber duruyor (evet biraz n’alaka diyebilirsiniz). Broad City gibi şehri ve gündelik yaşamı odağına alıyor, Black Mirror gibi ise günümüzün gerçekliklerini, birazcık abartı ile, tefsir ediyor. Feyyaz Yiğit ve Kıvanç Kılınç’ın Yılmaz ve İlkkan olarak başrolleri paylaştığı dizide gündelik hayattan kesitler görüyoruz. Olaylar çığrından çıkıyor, küçücük şeyler koskocaman oluyor. Türkiye’de yaşayanlar olarak bence bizim saçmalıklara karşı bir mıknatıs özelliğimiz var; ‘bu da mı olur?’ dedirtecek çok şey deneyimliyoruz. Memlekette çoğu şeyi şakayla karışık yaşıyoruz. Gibi de, Türkiye’de hayat gibi, ağlanacak hale gülme felsefesini içselleştiriyor.
Hayattan Kesitler
Gibi’yi özel yapan şeylerden biri, dizinin karanlığa, iç-karartıcılığa, melankoliye yaklaşmaktan kaçınmaması. Komedi evet, ama Nathan For You ve Better Call Saul edasındaki o kara mizahı çok güzel yakalıyor. Türkiye’de yaşamın kültürel ve sosyal analizini yapıyor, evet, ama Avrupa Yakası’nın o şen şakrak ve aydınlık hali yok. Dizinin tonlaması görsel açıdan bile fazlası ile gri. Beni bazen komediden çok karamsarlığa itse de bu karakterlerin başlarına gelenleri görmek ilgi çekici oluyor. Gözlemlerinin nokta atışı olduğunu düşünüyorum. Vücut dilinden tutun, gündelik hayatı yaşama tarzına kadar. Her bölümü birleştirsek, dizinin herhalde%50’si Yılmaz, İlkkan ve Ersoy’un kafede çay içmesinden ya da salonda uzanmasından oluşur. Bu gerçeklik değilse nedir bilemem. Bir umut da yok değil. Senaristliğini Aziz Kedi ve Feyyaz Yiğit’in yaptığı bu dizide, insanların aptallığını, cahilliğini, dogmatik tavırlarını gözlemliyoruz ama aynı zamanda birlik olmalarını, birbirlerine destek çıkmalarını ve yumuşaklıklarını da görüyoruz.
Kahvaltıda 14 yumurta yiyen, mini şortlar giyen ve sürekli terleyen Yalvaç ile tanıştığımız ‘Vücutçu Yalvaç’ bölümünde ‘elalem ne der’ anlayışının koskoca bir boyut aldığı bir bölümle karşılaşıyoruz mesela. Bölümün tamamı mahallenin Yalvaç’ın giyim kuşamına karşı sinirlenmesini gösteriyor. Olaylar büyüyor da büyüyor, tehditler geliyor, sonunda kendi dairelerinden bile kaçma durumunda kalıyorlar. Her şeyin bir nizamı olduğunu savunan mahalle sakinleri ile Yılmaz, İlkkan ve Yalvaç’ın karşılaşmasından çıkan sonuç ne peki? Mahalle sakinlerinin de fit olmayı, spor yapmayı öğrenmek istemeleri. Özenme ve kabullenememe arasındaki dengeyi gösteriyor.
Ya da benim hala favori bölümlerimden biri olan Kokoriç’i düşünelim. İnsanların aşırı yardımsever halinin bir kritiği değil mi? Hani o kadar yardım etme ve naziklik telaşına düşülüyor ki, korkutucu oluyor. O zaman gibi de aslında hayatta dengeden yoksun tepkilerin, düşüncelerin, deneyimlerin bir temsili değil mi? Belki analiz yapma pahasına çok zorluyorum, ama Gibi, bence Türkiye’deki yaşamın gerçekçi bir aynası olarak bizlerle buluşuyor. O kırık dökük ama renkli mi renkli mozaikte parçalar kimi zaman yerine yerleşiyor, kimi zaman yapışkan gevşiyor, biri tak diye yere düşüyor. O düşeni yapıştırmak da bize düşüyor.
20’likte denge meselesini çok işliyoruz, Gibi de sanki bu dengenin sağlanamadığı durumlardaki uçların harika bir temsili gibi… Değil mi?
Bu yazı 20’liğin, 6 Nisan 2023 sayısında çıkmıştır.
“Avrupa Yakası” Nostaljisi: Eski Türkiye’ye Esprili Bir Ağıt
Gençliği solla, kariyeri fulle, çayını da demle, e sonra?
Yazı:
Saat 01:42. İki gün sonra teslim etmem gereken bir makale var ama ben akşam yemeğinden kalan soğuk pizzayı mikrodalgaya atıyor ve YouTube arama bölümüne o bildik kalıbı utanarak yazıyorum: “Avrupa Yakası En Komik Sahneler.”
Sanırım benim jenerasyonumdan herkes hayatının bir döneminde Avrupa Yakası’nın eski bölümlerini binge izleme batağına düşmüştür. Bu yazıyı okuyan kaç kişi Avrupa Yakası’nın jenerik şarkısını ezbere bilmiyor? 2004 yılında başlayan ve 190 bölüm boyunca -istikrarı tartışılır- bir başarıyla hayatına devam eden bu kült dizi sosyolojik ve romantik açılardan incelenmeye değer. 2004 yılından 2021’e hayatımızda neler değişti? Neden gecenin bir yarısı Avrupa Yakası izlemekten keyif alıyoruz?
Avrupalı mıyız, Değil miyiz?
Sene 2004. Daha uzun yıllar sürecek AKP iktidarının ikinci senesi. Hükümet katı siyasal İslamcılığını henüz toplumun gözüne sokmuyor, totaliter rüyalarını kendine saklamış. Ilımlı demokratik masalların anlatıldığı yıllardayız. Futbol milli takımımız 2002’de Dünya Kupası’nda üçüncü olmuş, 2003’te ise Sertab Erener ile Eurovision’da birinciyiz. Havamızdan geçilmiyor. 1 Amerikan Dolarının yaklaşık 1,5 Türk Lirası ettiği zamanlar. Ülkenin gündemindeyse Avrupa Birliği müzakereleri var. Haber bültenleri, televizyon programları, diziler AB’ye girme ümidiyle çalkalanıyor. Bu kez, diyoruz, bu kez oluyor galiba. Tanzimattan beri en büyük rüyamız gerçek olmak üzere: nihayet Avrupalı olacağız.
İşte tam böyle bir dönemde giriyor hayatımıza Avrupa Yakası*. Gülse Birsel, biraz Sex and The City, biraz Seinfeld ve biraz da Friends dizilerinden esinlenmelerini kendine has “Türkiye’den insan manzaraları” gözlemleriyle zekice yoğuruyor, içine sevgisini katıyor ve ortaya Avrupa Yakası çıkıyor. İçine katılan sevgi son dönemlerde -kaçınılmaz olarak- reyting kaygısına dönüşse de, dizinin ilk birkaç sezonunun başarısının hatırına gelin son yılları görmezden gelelim ve çok sevdiğimiz Sütçüoğlu ailesinin Nişantaşı’ndaki evlerinin kapısından içeri girelim.
Nişantaşı: Orhan Pamuk’tan Gülse Birsel’e Türkiye Entelijansiyasının Buluşma Noktası
Televizyonlarımızın değişmez zenginlik simgesi olan robdöşambrı ve “tık tık”larıyla tonton Tahsin Bey salonun baş köşesindeki koltuğunda oturuyor. Anaç dırdırları ve oğluna duyduğu aşk ile hiç de yabancı olmadığımız İffet Hanım hemen yanında. Çiftin Amerika’da okumuş, eğitimli, modern ve Batılılaşmış küçük kızı Aslı ile ailenin belki de en oryantal üyesi, bir baltaya sap olamadığı için babasının muhallebici dükkanının başına geçen ağabeyi Volkan- işte buradalar.
Yüzde kırk batılı, yüzde altmış yerli ve milli Sütçüoğlu ailesine, geleneksel-modern çarpışmasını daha iyi vermek üzere Avrupa Yakası dergi kadrosu eşlik ediyor. Yurt dışında büyümüş, yakışıklı, diplomat çocuğu Cem; Samantha Jones’tan sonra en sevdiğimiz “aşk kadını” Fatoş; vejetaryenlik, yoga ve meditasyon kavramlarını Türkiye’ye tanıtan Yaprak; patron kızı Selin; bir de dobralığı, sarkastik yorumları ve burjuvaziye eleştirel mesafesiyle gönüllere taht kuran taşralı emekçi Şesu.
İçki Kadehlerini Henüz Masanın Altına Saklamıyoruz
Hikâye önceleri sosyoekonomik ve sosyokültürel olarak farklı grupların çatışması, birbirlerini yanlış anlamaları sonucu meydana gelen komik durumlar, hayat tarzlarının farklılığını vurgulayan olaylar etrafında dönüyor. Bu olaylara da derin dekolteli mini elbiseler, ardı ardına yakılan sigaralar, birden çok adamla cinsel ilişki yaşayan kadınlar, bekarlığa veda partilerinde atılan tekila shot’lar, erotik şakalar, kadın kılığına girmiş erkekler, gay’ler, drag-queen’ler, dansözler, porno yıldızı iyi aile kızları, ruh çağırma seansları, falcılar ve televizyon izlerken sıradan bir akşam aktivitesi olarak içilen rakılar eşlik ediyor. Tüm ahlaksızlıklardan (!) arındırılan televizyonlarımızın sterilliğine öyle alışmışım ki uzun yıllar sonra ilk kez Avrupa Yakası izlediğimde, Volkan’ın sigara içtiği bir sahneyi görüp, “aaa sigara!?” tepkisi verdiğimi hatırlıyorum.
Bugünün RTÜK’ünü öfkeden kudurtacak tüm bu unsurlara rağmen anlatılan öykü son derece samimi ve bizden. Sütçüoğlu ailesinin evinde bayramlar kutlanıyor, oruç tutuluyor, kurban kesiliyor. Evin kızı, otuz yaşında olmasına rağmen eve geç dönemiyor. Evin oğlu, asla babasına karşı gelemiyor. İffet Hanım hep “elalem ne der” kaygısı çekiyor. Henüz televizyonların -mış gibi yapmadığı, İstanbul sokaklarında kimler ne yaşıyorsa onların hikayesinin korkmadan ve sansürlemeden anlatıldığı yıllar. Ve senaryoda bir tane bile dövülen, tecavüz edilen veya cinayete kurban giden kadın yok!
Gençliği Solla, Kariyeri Fulle, Çayını da Demle, E Sonra?
Sütçüoğlu ailesiyle tanışmamızın üzerinden tam 17 yıl geçmiş. Hem çok kısa, hem çok uzun bir süre – peki nasıl bu kadar çok şey değişti? Bu satırları yazarken 1 Amerikan Doları 9,74 Türk Lirası ediyor. Bir televizyon dizisinde bir erkeğin bir kadına şiddet uygulaması normalleştiriliyor. Eurovision’a katılmadığımız dokuzuncu yıl. Avrupa Birliği’nin adı senelerdir “dış mihrak” olmaktan öteye geçmiyor. Gençliği solladık, kariyeri fulledik. Hiçbiri pek bir işe yaramıyor.
Böyle tatsız bir tabloda kuşağımızın Avrupa Yakası sayesinde biraz olsun gülümsemeyi seçmesi sanırım hiç şaşırtıcı değil. Dizi, benim az çok hatırladığım, benden daha gençlerin ise ancak anlatılanlardan bildiği eski Türkiye’nin son demlerine şahitlik ediyor. On yaşında bir çocukken halının üstünde matematik ödevlerimi yaparken ailemle birlikte izlediğim Avrupa Yakası’nı yirmi yedi yaşına geldiğimde hala aynı zevki alarak izlememin sebebi sanırım bu nostalji hissi. Çoğumuz için aynıdır sanıyorum. Hem kendi çocukluğumuza, hem de eski Türkiye’ye duyduğumuz özlem; geldiğimiz noktaya trajikomik, bol esprili bir ağıt.
* Bu yazı, Avrupa Yakası’nın “doğu-batı arasında sıkışmış modern İstanbul insanı”nın hayatını anlatmaya odaklandığı, -kendi içinde henüz muhafazakarlaşmadığı- ilk iki sezon hedeflenerek yazılmıştır.
Bu yazı 20’liğin, 18 Kasım 2021 sayısında çıkmıştır.
Bu haftanın sponsorundan:
Edetri, cam ve seramik objeler tasarlayan ve onlar aracılığıyla masa kurguları yapan kreatif bir oluşum.
Kurucusu olan iki arkadaş, Aylin ve Gizem; tasarıma, fotoğrafa ve enstalasyona olan tutkularını sosyal etkileşimlerle ilişkilendirerek ortaya koymakta. Bir yandan tasarım sürecini önemseyerek farklı materyallerle üretim yaparken diğer yandan da etkinlikler için deneyimin öne çıktığı masa kompozisyonları yaratıyorlar. Tüm fotoğraf çekimlerinin yaratıcı süreçlerini yönetmek de Edetri Studio'nun önemli bir parçası.
Bilgi, işbirlikleri ve sipariş için Edetri’nin Instagram hesabına tıklayabilirsiniz.
Genç yayıncılık dünyasından gelişmeler: Manav.mag
Semtin en güzel manavının önüne iki tabure atıp ettiğin sohbet olarak tanımladıkları Manav.mag, Deniz Akyol ve Alıp Başını Gidenlerimizden Hatice Karakaş’ın yeni yayıncılık projesi. Bilinç Akışı adlı yeni başlayan serilerine ben de bir şeyler karaladım. Diğer içerikleri için buraya tıklayabilirsiniz.
🍿Bu hafta, #tbt serimizde Gibi, Avrupa Yakası ve Aşk-ı Memnu’dan bahsettik.
💌Çevrimiçi rakı soframız olan 20'liğin Instagram hesabını buradan takip edebilirsiniz. Artık TikTok’umuz da var, bekleriz.
💬Bu sayımızla ilgili yorumlarınızı, düşüncelerinizi bekliyoruz! Aşağıda buluşalım.
✨ O zaman haftaya aynı saatte diyelim mi? ✨
Şerefe!
💕 Yasmin 💕