Selamlar herkese!
Bu bültende üç yıldır harika bir ekiple yazmaktayım, ilk kez benim sesimle bültene başlıyorsunuz ve bu bana oldukça heyecanlı geliyor. 💃
Hayatımda her şeyin hızlıca değiştiği, motivasyonumu korumakta zorlandığım ve çeşitli dalgalanmalar yaşadığım bir zamandayım. Bu hafta yeni bir eve taşındım, kendime daha huzurlu bir alan yaratacağıma inandığım bir yerdeyim. Yolumun çok güzel yerlerde kesiştiği ve çok değer verdiğim birilerini hayatımdan uzaklaştırmam gerektiğini bildiğim bir zamandayım. Tüm bunlar benim için farklı duygular getirse de yeni yıla başlarken hissettiğim motivasyonumu ve heyecanımı hatırlıyorum. Yeni yıl hedeflerimi, gelecek hayallerimi… Büyük bir hevesle başladığım yılın ikinci ayından bildiriyorum: motivasyonum kayıp aranıyor!
Oldukça karışık geçen birkaç günün ardından bu yazıyı hazırlamaya geldim ve sizin de az sonra karşılaşacağınız şu cümleyle karşılaştım “Her şey geçer, her şey unutulur; kendini bir felaketin içinde kaybetmenin manası yoktur.” Evet! Geçiyor; insanlar, duygular, işler ve sevgiler. Gelelim bu hafta sizin için hazırladıklarımıza:
Bu hafta bültende sizi neler bekliyor?
🌀 Irmak, her şeyin geçiciliğini hatırlayarak ve hatırlatarak motivasyonu paylaşıyor, tutto passa diyoruz birlikte!
🚢 Günseli, içsel motivasyonunda çıktığı yolculukla motive olma çabasını anlatıyor.
Sonra da bir komedi aramız var:
🎤 Ayşe harika bir Tuz Biber gecesinden bildiriyor (TuzBiber English iş birliğimiz kapsamında güldük).
Hemen sizi bültenle başbaşa bırakıyorum. ‘Sizin duygu durumlarınız nasıl bu aralar, motivasyonu nasıl koruyorsunuz?’ bülteni okuyunca yorumlarda paylaşın isteriz.
Sevgiler,
Gözde
Kan, Ter, Gözyaşı: Her Şey Geçici
Her şey geçiyor. Her şey geçici.
Yazı:
Merhaba sevgili 20’likler, nasılsınız? Ben görüşemediğimiz bu kısacık zamanda 31 yaşımı doldurdum ve doktora tezimi bitirdim. İkisine de inanamıyorum, nasıl bir çırpıda söyledim! Böyle söyleğime bakmayın; “Pandemide 10 dil öğrendim, peki ya siz?” gibi bir şey değil bu. Bu özeti yapabilmem dünyada 31 sene var olmamı ve 4,5 sene ter dökmemi gerektirdi. Varoluş başlı başına acı evet (beni okuyanlar bilir) ama doktora süreci de onu pek aratmadı.
Ter döktüm dediğim, ter bezleri doğuştan tıkalı birinin ter dökmeye çalışması gibiydi. Koltukta çürüdüğüm her an yaptıklarımdan çok yapamadıklarım geliyordu aklıma, modum (haftada en az üç kere) yerle bir oluyordu ve ben modumu aynı tutamadığım her an kendimi biraz daha kötü hissediyordum. Aklımda hep şu yankılanıyordu: “Madem tembelsin bari boş durmaktan keyif al be beyin!” İşte o günlerden birinde (merak etmediğinize eminim ama 18 Temmuz 2024), -bence- yapabileceğim en iyi şeyi yapıp klavye delikanlılığına soyunmuştum, “Daha iyi hissetmek için kendinize söylediğiniz şeyler???” diye sorarak. Daha fazla uzatmadan cevaplara geçelim derim çünkü ben de ne dediğinizi unuttum ve her zaman biraz iyi hissetmeye ihtiyacım var:
“Beterin beteri var.”
“Yerini dolduramayacağın hiçbir şey kaybetmedin.”
“Sal.”
“Her şeyi her zaman en doğru yapamazsın. Kendine yüklenme. Sal, geç.”
“One thing at a time. Yani büyük resim zorlayınca tek tek düşün, tek tek becer.”
“Neyse, yarın yaparım.”
“Halledeceğiz.”
“En kötü ne olabilir ki? [diyince o en kötü senaryo bile aşılamaz gelmiyor.]”
“Hata yapabilirim ve bu his geçici.”
“Ben daha iyisini yaparım yalnız (aynaya karşı).”
“Sen neleri atlattın be kızım?”
“Mükemmel bir gücün ve sevgin de var.”*
“Başkası bunları yaşamış olsaydı senin kadar mücadele edemezdi.”
“Olm bu kadar çocukluk travmasına/saçmalığa rağmen iyi yine burdasın :D”
“[Kötü anıları aklıma getirip] bu da geçer ki diğerleri gibi.”
“Başaramadığım çok şeyler oldu ama bugün bakınca iyiyim, yarın da aynısı olacak.”
“Bu da geçer yahu, this too shall pass.”
“Her şey geçici.”
“Her şey geçer, her şey unutulur; kendini bir felaketin içinde kaybetmenin manası yoktur.”
Evet, şimdi anımsadım. Her şey geçiyor, her şey geçici. Her şey geçiyor, her şey geçici. Her şey geçiyor…
*Not: https://youtube.com/shorts/KYPya52Fu-w?si=Ub-WxjWrhysZPDJK
Eksisiyle Artısıyla Yaşar Mıyız Sil Baştan?
Sil baştan mı bulacağız motivasyonu şimdi…
Yazar:
Geçtiğimiz hafta buralarda astroloji rüzgarı esiyordu, ben de yazının başında uyarmak istedim: ben ikizler burcuyum! Burcumla ne kadar ilgilidir bilmemekle birlikte kararsızlığı da duygu değişimini de dibine kadar yaşıyorum. Şimdi tüm bu mevcudiyetiyetimle motivasyon konusunu ele almaya çalışacağım. Söz konusu motivasyon olunca benim için nereden ve nasıl başlayacağını bilmek zor. Zira bu satırları yazmadan önce de zihnimi berraklaştırmak için aklımdan geçenleri çizime döktüm. Çizince motivasyonu çok soyut ele aldığımı fark ettim. Belki motivasyonu daha somut bir şekilde tasvir edersem her şey daha net olabilir diye düşündüm. Sonra da şu soruyu sordum kendime “Eğer motivasyonlarımız yanımızda taşıdığımız, sadece bizim görebildiğimiz eşlikçilerimiz olsaydı, nasıl bir karaktere sahip olurlardı?”.
Herkesin motivasyonu kendine has olmakla birlikte benim motivasyonum; aceleci, ansızın geliveren, lazım olduğunda ortadan kaybolan, aceleci, enerjik, ufacık bir hatasında kendini eleştiren bir karaktere sahip olurdu. Muhtemelen doğru zamanda doğru yerde olup bana eşlik etmek için çok çalışırdı ama dış faktörler, endişe ve erteleme gibi kötü arkadaşları onu zaman zaman geride tutardı. Bu durum da onun kendisini tekerlekte koşan bir hamster gibi hissetmesine sebep olurdu. Öyle hissettiği zamanlarda da özellikle diğer motivasyonlara bakıp kendisini değersiz hissederdi. Şöyle bir bakınca motivasyonumun arkadaşlarını ve çevresini değiştirmesi gerektiğini fark ediyorum. Ne bileyim, belki yeni arkadaşlarıyla ufak bir tatile falan çıksa iyi gelir mi acaba? Muhtemelen tatil ve yeni arkadaşlar motivasyonuma iyi gelirdi ama motivasyonumun sonraki derdi: bu motivasyonu nasıl sürdüreceği olurdu.
Motivasyonu somutlaştırınca içsel motivasyon, dışsal motivasyon ve süreklilik konularına ufak ufak değinmiş olmanın rahatlığıyla motivasyonumuzu nasıl koruyacağımıza geçelim.
Yazının başında dediğim gibi kararsızlığı dibine kadar yaşamakta bir dünya markasıyım o yüzden beni gerçekten heyecanlandıran bir şeyler bulduğumda sıkı sıkı tutunup tüm enerjimi vermekten müthiş keyif alıyorum. Böyle zamanlarda aklıma hiç “Motivasyonum düştü mü?” sorusunu sormak gelmiyor. İçinde bulunduğum olaya odaklanmış olmanın verdiği ruh haliyle yolunda giden-gitmeyen her durumu bir şekilde yoluna koyabileceğimi biliyorum. Belki de bu yüzden ne yorgun ne de motivasyonsuz hissediyorum kendimi. Fakat bu özel anların dışında, özellikle bana uygun olmadığını bildiğim ama koşullar gereği yapmak durumunda olduğum süreçlerin içinde yer aldığımda motivasyonumu kalp atışını izler gibi izliyorum. Motivasyon düşüklüğüm bedenimin hareketlerinden, ses tonumdan, hatta saçlarımın dalgasının kaybolmasından anlaşılıyor. Hal böyle olunca da kendime “Eh o zaman bulunma bu süreçlerde.” derken buluyorum. Elbette öyle kolay olmuyor bu durum. Kendi ayaklarının üzerinde durmaya yıllar öncesinde karar vermiş bir genç olarak güzel ülkemin zor şartları “buradayım, unutma” diyerek hatırlatıyor kendini. Bu hatırlatma ile beraber bazı süreçler “katlanma hali” olarak hayatımızda kalmaya devam ediyor. Deneyimlerim, içsel motivasyonu yüksek olanların bu “katlanma haliyle” daha iyi başa çıkıp kendileri için yeni bir rota çizecekleri umuduna tutundukları yönünde. Umut motivasyonu motivasyon da umudu besliyor.
Engin Geçtan'ın ‘İnsan Olmak’ kitabında okuduğum “Doğadaki tüm canlılar “eksi” bir durumdan “artı” bir duruma geçmek için sürekli çaba içindedirler” cümlesine okuduğum anda vurulmuş, kalemle altını çizmiş ve yanına da anlam+motivasyon yazmıştım. Eksiden artıya geçme motivasyonu net olan kişilerin motivasyon buhranlarından çıkması belki de daha kolaydır. Yatırım tavsiyesi olmamakla birlikte “artı”ya geçme motivasyonumuzu bulmayı hepimize öneriyorum. Aslında daha söyleyecek çok sözüm var gibi hissetmekle beraber upuzun bir yazının okuma motivasyonunu kıracağını düşünerek burada bitiriyorum. Motivasyonunuzun eşlikçiliğinden memnun olduğunuz günlerin bol olması dileğiyle! ⛵
Bir Kız Neşesi Gecesi: “Galentine’s Day” Stand-Up Gösterisi
Kadınlar olarak neden her şeyi bu kadar güzel yapıyoruz?
Yazar:
13 Şubat’ta, yani Sevgililer Günü’nden bir gün önce Tuz Biber English Comedy Club’ın düzenlediği Galentine’s Day temalı stand-up gösterisine izleyici olarak katıldım. Size biraz o geceden bahsetmek istiyorum!
Tuz Biber, uzun yıllardır komedi yapmaya gönül vermiş İstanbullu bir grup. Eğer Instagram kullanıcısıysanız ve komik videolar izliyorsanız Tuz Biber ekibindeki komedyenlerden en az birinin videosunun karşınıza çıkmamış olma olasılığı yok. Ben de bu ekibin işlerine uzun zamandır aşinaydım ancak gösterilerine gitmeye defalarca niyetlensem de bir türlü fırsatım olmamıştı.
20’lik’e gelen davet üzerine ÇOK soğuk bir Perşembe gecesi Kadıköy’deki Aylak Bar’a doğru yola koyuldum. “Galentine’s” temasıyla yalnızca kadın komedyenlerin sahne alacağını ve gösterinin İngilizce yapılacağını biliyordum. Ama bunun dışında beni nelerin beklediğine dair bir fikrim yoktu. Gülecek miydim? Yoksa ayıp olmasın diye iki saat boyunca gülüyormuş gibi mi yapacaktım? (Herhangi bir ortamda bu ikincisini yapmak zorunda kalmak beni hep çok korkutmuştur. Şimdiye kadar “Ya yalandan gülmek zorunda kalırsam?” korkusuyla stand-up gösterilerine gitmekten kaçınmış olabilir miyim?...)
Sahneye ilk çıkan Emine Yıldırım oldu. Aynı zamanda ödüllü bir yapımcı, yönetmen ve senarist olan Emine sayesinde geceye rahat bi’ nefes alarak başladım. Emine... Nasıl anlatsam? Annenize anlatamadığınız sırlarınızı paylaştığınız, bayram yemeklerinde ailenin kalanı sofrada kavga ederken sizinle balkonda sigara tüttüren o çok cool ve komik genç teyzeniz gibi. Öyle doğallıkla eğlenceliydi ki keşke bir rakı masasında filan denk gelseydik dedik. Emine, bunu duyuyorsan... Buradayız.
Ceylan Ünal, X kuşağına mensup olduğunu söylese de ruhen tam bir 20’likti. Burun kılları dans eden Avustralyalı rugby oyuncusu flört hikayesini dinlerken gülmekten ağlayacaktım.
Melia Hazel, yarı İngiliz yarı Türk, yarı Hıristiyan yarı Müslüman olmanın zorluklarını çok eğlenceli bir şekilde anlattı. Ayrıca aksanı çok güzel!
Patricia Araza, Türkiye’de daha önce şahit olmadığım türden Amerikanvari karanlık bir mizah anlayışı vardı. Şahsına münhasır karakteriyle başından geçenlere gülsem mi yoksa feci şekilde üzülsem mi bilemediğim anlar oldu. Türkçe “dirty- talk” yapma teşebbüsü çok uzun süre aklımda kalacak. Şöyle özetleyeyim; “babacığım” sözcüğünü benim için bitirdi. Baba, üzgünüm ama sana artık başka şekilde hitap etmem gerekecek.
Ege Öztokat ise neden bilmiyorum ama bizi sanki New York’a götürdü. Performansını olduğu gibi alıp Brooklyn’de bir bara götürseydik asla sırıtmazmış gibi hissettim. Şarkılarına bayıldım. “Divorce Your Husband” Spotify’a gelmez mi, Ege? N’olur gelsin. Göndermem gereken arkadaşlarım var. Drop the beat, girl.
Uzun zamandır bu kadar çok güldüğümü hatırlamıyorum. Bu zehir gibi şahane kadınların kendi hayatlarını, ilişkilerini ve toplumla dertlerini asıl kahkahalara dönüştürdüğüne tanıklık etmek harikaydı. Bunu bir de anadilin olmayan bir dilde yapmak? İnanılmaz. Muhteşemsiniz, sevgili kadınlar! <3
🔮Bu hafta , düşen motivasyonumuzu, yükseltmeye çalıştık. İşe yaradı mı? Evet mi? Süper :D
💌 Önümüzdeki hafta neler var? Doğrusu bilmiyoruz ama o zamana kadar bir şeyler buluruz.
🌟20'liğin Instagram hesabını buradan takip edebilirsiniz. Artık TikTok’umuz da var, bekleriz.
Sevgiler!