20’liğin bu bölümünü dinlemek için başlat tuşuna basabilirsiniz.
Selam 20’likler ve 20’lik kalanlar,
Nasılsınız? Ben iyiyim. Geçtiğimiz pazar günü 100. yıl kutlamalarında bir araya gelen insanları görmek, ihtiyaç duyduğumuz birlik-beraberlik duygusunu bence çoğumuza tekrardan hissettirdi. Bu kutlama ile ilgili de şunu farkettim: Cumhuriyeti kutlamak, sanırım bayramın ötesinde bir şey. Bu aslında bir haykırış. ‘Biz buradayız’ ve ‘hiçbir yere gitmiyoruz,’ diyebilmek demek sanırım.
Milliyetçi değilimdir. Aslında şöyle düzelteyim, o kalıplaşmış ‘sert’ milliyetçilik bende yoktur. Yurt dışında yaşadığım dönemde rakı reklamları izleyip ağlardım tabii, o ayrı. Kendimi tanıtmam gerektiğinde Türk olduğumu gururla söylerim, beni büyüten bu kültürü seviyorum. Ha — politik, ekonomik ve sosyal açıdan yıllardır fazlası ile can sıkıcı mıyız? Evet. O da işin tuzu biberi (!)
Bence ülkeni, geldiğin yeri, tarihini sevmek güzel bir şey. Bunu gururla taşırken aynı zamanda eleştirebilmek, hatalarını görebilmek ve düzeltmeye çalışmak ‘düzgün’ milliyetçiliğin en büyük parçası olmalı; dünya vatandaşı olabilirken, kendi ülkenin de bir parçası olabilmek… Başka ülkelerden daha üstün olduğunu düşünmeden, başkalarından da öğrenecek şeyler olduğunu bilerek hareket edebilmek… İlkokulda bize Atatürk ile anlatılan hikayelerden biri bayrağa saygı ile ilgiliydi. Yere serilmiş olan Yunan bayrağının üstüne basmak istemeyen Atatürk’ün, bayrağı yerden kaldırttığı ve “bayrak bir milletin onurudur,” gibi bir cümle kurduğu söylenir.
Her bayrağın arka planında, yaşanılan ve yaşatılan acılar vardır. Hiçbir ülke maalesef bundan muaf değil. Politikadan ve tarihten gözlemlediğim şu: her zaman kazanan ve kaybedenler oluyor. Birinin kazancı, bir başkasının kaybı oluyor. Ve bu çoğu zaman acımasızca gerçekleşiyor. Bunu unutmamak lazım.
Bir kadın olarak, bir gazeteci olarak, Cumhuriyetin verdiği özgürlük ve olanakları konfetiler, pastalar, balonlar ile kutluyorum. İyi ki doğdu. Ama daha iyisini yapabiliriz. Bu değerler daha erişilebilir, daha özgürlükçü, daha adil olabilir. O nedenle 100’ü kutladık, tamam, ama kutlamaya ve düzeltmeye devam ediyoruz.
Sevgiler,
Yasmin
Bu Hafta Nelerimiz Var?
Yurtdışında 6 sene yaşadıktan sonra ülkesine dönen biri olarak Kasım ayının temasını sizlerle paylaşmaktan heyecan duyuyorum. Göç! Evet. Ülkemizde uzun yıllardır gündem olan göç. Şehirden kırsala geçmek, beyin göçü gibi birçok farklı göç hikayesini bu ay bültenimizde topladık. Dış politika incelemeleri odağında değil, ülkemizdeki gençliğin hareketleri üzerine yazılarımız mevcut. Bu hafta ise yurt dışına taşınmış iki 20’lik yazarımızdan duyuyoruz.
O zaman kemerler bağlansın, bakalım bu hafta nasıl yazılarımız var?
👑 20’lerde 20’lik: Merve’den büyüklere gurbet masalları.
🌳Haklılık Payı: Irmak soruyor: “Ben askerde miyim acaba?”
İyi okumalar!
⚠️ Not: Bu hafta dolu dolu bir bültenimiz var. Bu cümleleri e-posta üzerinden okuyorsanız, sağ üst köşede tarayıcıdan oku (ya da ‘view in browser’) linkine tıklamanızı şiddetle öneriyorum. 20’liği sevdiklerinizle paylaşmayı unutmayın!
Büyüklere Gurbet Masalları
Kime desem derdimi ben bulutlar? 🎶
Beni Türkiye’den taşındım diye bana trip atan ama Türkiye’yi benim dilediğim şekle sokmayı reddeden akrabalarım yordular…
Yazı: Merve Nur Okutan
Malum 29 Ekim geldi geçti, TC halkının bitmeyen sosyal medya sevdası dolayısıyla ekranımız şöyle bir bayraklarla doldu taştı. Arkadaşlarım arasında beyin göçü öylesine bir trendmiş ki, dünyanın dört bir yanındaki konsolosluk kutlamalarını sadece arkadaş hikayelerine bakarak takip edebildim. Madrid’den Dublin’e, Washington DC’den Roma’ya uzanan inanılmaz bir görsel şölen. Sanırım tüm etkinliklerde ev yapımı mercimek köfte ikram edilmiş, vegan gönlüm bayram etti.
Bu göç meselesine dair sosyal medyada 2022 yılında şahit olduğum bir kısa hikayeyi hemen burada paylaşmak istiyorum: Çok vatansever ailenin çok vatansever bir çocuğuyla öğrencilik hayatımın bir döneminde arkadaş olmuştum, aile baştan sona 7/24 laik atak geçiren bir aileydi. 2022’de vatansever çocuk da artık bu yeni dalga gurbetçiler kervanına katıldı ve Avrupa’da bir ülkeye göç etti. Ailesinin sosyal medya paylaşımları şöyle iddialar içeriyordu: “Atam, gurur duyduğun Türk gençleri ilmi yerinde öğrenmeye gidiyor,” “Öğrenip gelecekler, daha iyisini ülkemizde yapacaklar,” “Bu bir veda değil, sadece bir ara…”
Bu paylaşımlara önceleri biraz güldüm, üzerine düşündükçe mesajların dramatikliği nöronlarımı yordu. Sevgili aile üyeleri, size bir haberim var, sizin velet ilmi yerinde öğrenmeye falan gitmiyor, krediyle ev almaya ve Alman pasaportu edinip dünyanın her yerini vizesiz gezmeye gidiyor. Bilin istedim.
Yazımın bu kısmında büyüklerimin ellerinden öperim, ama neden hala masallara ihtiyaç duyduklarını da merak ederim. Ben de bir yeni dalga gurbetçisiyim, ve muhakkak ki benim de çevremdeki büyüklere anlatmam gereken masallar var. Ne yazık ki ben o arkadaşım gibi baştan sona laik atak bir çevreye sahip değilim, her gruptan yaşlı aile bireyine nabza göre şerbet vermem gerekiyor. Kimilerine İsveç’ten burs almamı bahane gösteriyorum, kimilerine e zaten Türkiye’nin en iyi okulunda okudum (mütevazılık desen var) biraz da yurtdışında okumak istedim diyorum, kimilerine ablama yakın olmak istedim diyorum. İşin özü ise şu: sıkıldım. Simply sıkıldım sevgili büyükler. Ankara’da büyüdüm, İstanbul’da yürüdüm, ben Türkiye’deki büyük şehir hayatından çok fena sıkıldım. Ayrıca oturmak istediğim hiçbir eve maaşımın yetmemesinden, her kahve sohbetinin enflasyon ve politikaya bağlanmasından, çalışmak istediğim iş alanının giderek daralmasından, sürekli Schengen vizeye başvurmaya çalışırken VFS Global çalışanları tarafından aşağılanmaktan sıkıldım.
E tabi ki insan bir yerlere taşınınca problemleri puf diye yok olmuyor, hatta yepyeni bol anksiyeteli sorunlar ortaya çıkıyor. Her yıl oturum izni yenileme işleri beni öyle bir gerdi ki otoimmün hastalık baş gösterdi. Ve hal böyleyken benim hala Türkiye’deki eş dost akrabayı oyalayacak masallar anlatmam gerekiyor.
Sözünü ettiğimiz büyükler 40-50-60’lı yıllarda doğmuş, 70’lerde eşini dostunu arkadaşın Avrupa fabrikalarına işçi göndermiş isimler. Ülkede işsizlik zıplayıp gitmişken çaresiz gençlerin rotası belirsiz bir yola çıkıp asgari ücretli işlere göçüşü haklı olarak kahramanca görülüyor. Benimse şakır şakır ingilizce konuşan halimle, Türkiye’de masabaşı bir işim varken daha iyi fırsatlar kovalamam yersiz. Milleniallar ile Gen Z’nin adı çıktı zaten biliyorsunuz, biz tembeliz biz şımarığız, bir de üstüne üstlük ülkemize karşı nankörüz, ne de kolay çekip gidiyoruz.
2021’de Ali Çağlar ve Türken Çağlar Türkiye’de gençlerin duygu ve düşüncelerine dair çok kapsamlı bir araştırma yapmış. Şansınız olsa nerede yaşardınız sorusuna gençlerin sadece %27’si Türkiye demiş, %30’u ise Avrupa’da bir ülkede yaşamayı seçmiş. Avrupa’yı ABD ve Kanada takip ediyor. Yurtdışında yaşamak isteyenlerin çoğu bunun sebebi olarak o ülkelerde daha iyi şartlarda yaşayacaklarına inanmalarını gösteriyor. Gurbetin acı ilacını tadanlar bilir, neyin iyi neyin kötü olduğu tartışmalıdır. Kuşkusuz maddi gelir, çalışma saatleri, çocuk varsa kreş durumları iyileşir Avrupa’ya gelindiğinde ama yalnızlık, dil bilmemek, yol bilmemek 70’li yıllardaki kadar olmasa da gurbetçilerin psikolojisine saldırır.
Amacım Türkiye kötülemek, gurbet iyilemek, İsveç’teki konforlu hayatımdan utanmadan şikayet etmek değil. Ben sadece büyüklere masallar anlatmaktan yorulmuş bir yeni kuşak gurbetçiyim. Yine yaz gelip de sıcak denizlere indiğimde bir komşu teyzeden şu lafları duyacağım anı beklemekteyim: “Bu ülke sizlere neler verdi, okuttu, siz ise kalkıp gittiniz.”
Biliyorum teyzem, ama masallarım bitti, iyisi mi ben bize birer sade kahve yapayım. İçer miyiz?
Şikayet etmenin dayanılmaz hafifliği: Türkiye’den gitmek
Ben askerde miyim acaba?
Yazı: Irmak Hacımusaoğlu
Çok uzun süredir yazmak istediğim ama kötü tepkiler alırım diye korktuğum bir konu var. Yurt dışında yaşayıp bununla ilgili şikayet etme hakkı. Kültürümüzün ta ortasına yerleşmiş “daha kötü durumda olanlar var, sus” gibi bir bakış açısı yüzünden içimi ince ince oyan ama genel toplama bakınca o kadar kötü gözükmeyen bu durumumu paylaşmaktan korkuyordum. Aslına bakılırsa şu an yazarken bile korkuyorum. Yasmin bu haftaki bültenin konusundan bahsedince ise dedim ki “ya şimdi, ya da hiç.” Korka korka olsa da yazacağım bana en güzel meyveleri sunup sanki karşılığında tat alma duyumun %49 köreldiği yurt dışı meselesini.
Ben altı senedir Hollanda’da yaşıyorum. Üniversite bitince hiç yurt dışı deneyimim olmadı ve bilim yapmak istiyorum diye kalkıp yüksek lisansa geldim. Hakikaten de avuçlarımın arasına insan beyni aldım (ilginçti), bilim konusunda keyfim yerindeydi. İyi güzel de benim kafamda burada uzun vadeli yaşamaya dair bir şey yoktu. Kaldı ki ben ortaokuldaki evimizin yolunu sekiz senede zor öğrenen ve aynı yolu kullanmazsa evi bulamayan biriydim. Başka yerde nasıl yaşardım?
Burada birinci senem dolarken Türkiye ekonomisi hızla kötüleşiyordu. İlk sene 4 olan euro kuru, bir sene içinde 8 olmuştu. Gerisi çorap söküğü gibi geldi. Benimle beraber taşınan bazı arkadaşlar okul bitince dönmüştü ama özellikle son iki senede çok daha fazlası direkt iş bulup göçmeye başladı. Onlarca insan. Türkiye’nin son dönemini yaşayıp ve artık yaşayamayıp gelen insanlar. Bense o kadar kötü bırakmamıştım orayı, bazı kötülükler uzun süredir bakiydi tabii ama ben bu kadar net çıkıp gelmemiştim diyeyim. Sıkışıp kalmış gibi hissettim. Hollanda güzel, yeşil, kolay. İnsanın birbirini kayırması asla söz konusu olmayan, kuralların önemli olduğu bir yer. Hakkını sana teslim eder, sakin bir hayat sunar. Senin ise hayattan anladığın sakinlik midir? Sana insan gibi yaşama hakkını verir ve bu çok kıymetli. Senin yaşamaktan bildiğin şeye çok da benzemez sanki ama? İşte bu son kısmı kabul etmekte zorlandığın bir yerdir. Buradaki sen, tabii ki benim.
Atina’ya gittiğimde evde hissetmekle ilgili bir yazı yazmıştım. Oranın verdiği ev hissini vermez Patates Avrupa1’sı (Potato Europe vs. Tomato Europe). Bense bir türlü içimdeki Akdeniz ateşini söndüremem; ailem ve arkadaşlarım burnumda deli gibi tüterken “ben askerde miyim acaba” diye düşünüp dururum. Bir yandan da diğer insanlara bakarım, şikayet eden pek görmem. “Acaba ben mi olduramadım?” diye merak edip dururum. Bu sefer durmadım ve sordum! Türkiye’den gitmekle ilgili düşünceleriniz nedir?
“Bunun ömür boyu kafamızı kurcalayacağı.”
“Pişman değilim ama memnuniyetsizim.”
“Gittiğimde mutluydum ama döndüğüme daha mutluyum.”
“Aidiyet hissini istemeyerek rafa kaldırmanın ağırlığı.”
“Buruk bir mutluluk.”
“Mecbur yapacaktık ama ne oraya ne buraya aidim.”
“Ailem yanımda olsa sanırım hiç aramam, üzücü biraz böyle demek ama.”
“Gitsen de aklın/gönlün gitmiyor, sonuç olarak aslında gitmemiş oluyorsun. E o zaman kalalım?”
“Şu an pişman veya mutsuz değilim ama 29 Ekim gibi laik atak geçirdiğim günler özlüyorum.”
“Hiç yurt dışı yaşam deneyimi olmayanların ütopya sanmasını şaşkınlıkla izlediğim olay.”
“Deprem gerçeği olmasa İstanbul’da yaşardım.”
“Hep açık kalacak bir yara. Ama uzaklarda da yeni aileler yaratılıyor.”
“1. nesil göçmen gettosu adlı arafa düştüm, çıkmak için mantıklı bir motivasyonum yok.”
“Bir şarkıda ‘I am so glad I came, but I can’t wait to leave’ diyor. Aşk şarkısı aslında ama ben duyduğumda aklıma direkt gurbetçilik geldi mesela.”
Cevaplara bakınca beklediğimden daha fazla “gri” cevap gördüm. “Pişman değilim ama memnuniyetsizim” gibi. Altı senedir ilk kez bu konuda yalnız olmadığımı hissediyorum. Haklılık Payı herkesin kendince haklı olduğu bir grilik sundu bu kez bana. “E dön o zaman” diyeceklere cevabım ise çok iyi dedin güzel kardeşim, hiç düşünmemiştim. Hayat siyah ve beyaz olsaydı eğer, dediğin gibi cevabı bulmak çok kolay olurdu. Oysaki ben pişman değilim ama memnuniyetsizim. Bu çok gri. Patates Avrupa’sının havası gibi.
Keşke sıradan bir Hollandalı gibi normum buradaki sakin hayat olsaydı. Hem hayattan bildiğim bu olurdu hem de ailem ve arkadaşlarım yanı başımda olurdu. Bizler ise hep bir seçim yapmak ve bu seçimler sonucu bazı şeylerden feragat etmek zorundayız. Ben bu feragatın zorunluluğuna isyan ediyorum, yoksa benden kötü durumda olanlar elbet var, benden daha iyi durumda olanlar olduğu gibi. Benim için mesele kötülük yarışından ziyade neden biz hep bir şeyleri seçmek ve bu kadar ağır seçimlerle bu yaşlarda yüzleşmek zorundayız, bununla ilgili. Biraz da şikayet etmenin verdiği dayanılmaz hafiflik. Öbür türlüsü çok yalnız oluyordu.
Not: Cumhuriyetimizin 100. yaşı kutlu olsun. O gün bir araya geldiğimiz insanların verdiği coşkuyla belki bu korktuğum yazıyı yazabildim. Hepsine selam olsun.
🧳Bu hafta iki gurbetçimiz, Irmak ve Merve, deneyimlerini paylaştılar.
📍Haftaya ülkeye dönüyoruz. İnsanlar neden büyük şehirden, kırsala taşınıyor? Ya da taşınmak istiyor? Bakalım!
💌Çevrimiçi rakı soframız olan 20'liğin Instagram hesabını buradan takip edebilirsiniz. Artık TikTok’umuz da var, bekleriz.
💬Bu sayımızla ilgili yorumlarınızı, düşüncelerinizi bekliyoruz! Aşağıda buluşalım.
✨ O zaman haftaya aynı saatte diyelim mi? ✨
Şerefe!
💕 Yasmin 💕
Avrupa’yı Patates ve Domates diye ikiye ayıran harita. Domates Avrupası, Akdenizin sıcaklığını, denizini, güneşini, şarabını ve yemek kültürünü içinde barındırırken Patates Avrupası kuzeyi, soğuğu, gri hava, sonbahar renkleri, bira ve yağmuru temsil eder.