20’liğin bu bölümünü dinlemek için başlat tuşuna basabilirsiniz.
Selam 20’likler ve 20’lik kalanlar,
Haftanız nasıl geçiyor? Benim biraz tuhaf başladı ama kendine geliyor. Sanırım yavaş, yavaş akışta kalabilmenin felsefesini içselleştirmeye başlıyorum. Kontrolüm dışında olan şeyleri değiştirmeye çalışmıyor, akıyorum. ‘Su yolunu bulur,’ diyorum mesela. Ya da annemin bana söylediği en sevdiğim sözlerinden biri olan ‘arada teflon tava olmak ve kötü şeylerin üzerimize yapışmasına izin vermemek lazım,’ cümlesini hatırlıyorum. Akıyorum, kayıyorum, devam ediyorum. Saldım çayıra, mevlam kayıra tarzında değil… Böyle papatyalarla dolu bir tepedeyim, aşağı doğru koşuyorum, dengemi kaybedecek miyim? Emin değilim. Ama doğru bildiğim yolda, üstüne pek de düşünmeden koşmaya devam edersem, başarılı bir şekilde iki ayak üstünde ulaşmam gereken yere ulaşacağımı hissediyorum. En kötü çimli tepelerden aşağı biraz yuvarlanırız. N’olacak ki?
Güle oynaya koşabilmeye,
Sevgiler,
Yasmin
Bu hafta nelerimiz var?
Artık her ayın ikinci haftası, 20’liğin başlangıcında olan bir seriyi geri getiriyoruz. Haftanın Hâlleri. Ama adı artık “Bir kalbin hâlleri.” Bu seride kimi zaman ben, kimi zaman başka biri o ay aklına takılan bir konu üzerine yazıyor. Bir bakarız, yalnız olmadığımızı hatırlarız?
💌 Bir kalbin hâlleri: Büyük balığın, küçük balığı ‘ham’ yapmaya çalıştığı bir dünyada var olma çabası üstüne.
🪩TBT: 20’lik zaman makinasında bir yolculuk
🎧 20’lik Podcast: Tanıtım!
İyi okumalar!
⚠️ Not: Bu hafta dolu dolu bir bültenimiz var. Bu cümleleri e-posta üzerinden okuyorsanız, sağ üst köşede tarayıcıdan oku (ya da ‘view in browser’) linkine tıklamanızı şiddetle öneriyorum. 20’liği sevdiklerinizle paylaşmayı unutmayın!
Büyük balık geldi dedi ‘ham’ yedi
Kimi zaman ‘bir durun yahu’ diye bağırmak ister insan.
Yazı: Yasmin Güleç
Bu hafta biraz sinirliyim. Mezun olduğumda kafamda spesifik bir plan olmamasına rağmen bir yol belirledim ve bu yolda başarılı bir şekilde yürümek için kendime 1,5 yıl verdim. Çok spesifik bir süre zarfı, farkındayım, ve gerçekten neden 1,5 yıl seçtiğimi bilmiyorum. İki sene çok uzun, bir sene çok kısa gelmişti sanırım. Bu kararı vermemden iki ay geçti ve ben şimdiden başarı/başarısızlık git-gellerini yaşıyorum.
Kendime sinirliyim. Çünkü içimdeki sabırsız mükemmeliyetçi her şeyi hemen çözüp başarılı olmamı istiyor. Uzun süreli belirlediğim hedefleri, alışveriş listesine yazdıklarımı reyonlardan tık tık alırmışcasına, kolayca ve hızlıca tamamlama beklentisini üzerimden atamıyorum. American Psychological Association’un bülteninde yayımlanan bir makaleye göre gençler arasında mükemmeliyetçilik 1980'lerden bu yana, ciddi bir ölçüde artmış. Bunun nedenleri arasında tabii ki ve tabii ki sosyal medya var. Rekabetin ve bireyselliğin altını çizen araştırmaya ben de şunu ekleyeyim: herkesin yaptıklarını paylaştığı ve çoğu zaman arka planındaki süreçleri görmediğimiz bir düzende, mükemmeliyetçilik isteğinin artması çok normal geliyor.
Ben n’apıyorum? Geçen haftaki sayımızda ‘paramızı harcadığımız şeyler’ üzerine yazdık. Düşünüyorum, istediğim ve tutkulu olduğum şeyleri yaparak harcayabileceğim parayı nasıl kazanacağımı düşünüyorum. Taviz vermeden kendi iş etiğimin ve inandığımın yolunda nasıl yürüyeceğimi düşünüyorum. Bu sektörde var olmaya çalışan başka arkadaşlarımla da konuştuğumda, motivasyon kelimesi öne çıkıyor. Büyük balığın küçük balığı direk “ham” yaptığı bu dünyada, maddi imkanları zaten kısıtlı bir sektörde nasıl var olabiliriz? Nasıl var olmaya devam edebiliriz? Daha küçük balıklar olarak ekosistemimizde birbirimizi desteklemeye çalışıyoruz, bence çok da güzel yapıyoruz. Mesela Üretenler diye bir Whatsapp grubumuz var, burada Üretim Kaydı ve Planör’ün kadınları ile birbirimize destek oluyoruz, hakkımız yendiğinde birbirimizi koruyoruz. Bu bana iyi geliyor. Lokal üreticiler ile konuşuyor, dertleşiyorum. Bu zorluklar medya dünyası ile sınırlı değil çünkü. Tabii bazı minik balıklar da var, bu çetrefilli süreçte diğer balıkları aşağı çekmek istiyor. Kendini kaybediyor. Paylaştıkça ve birbirini destekledikçe herkesin gelişeceğini anlamıyor çünkü. Onların kendilerini bulabilmelerini umuyorum.
Sisteme sinirliyim. Güzel işler yapmaya çalışan biz balıkları ezmeye çalışanları anlamıyorum. Fikirlerimizi alan, kendinin yapmaya çalışan, hak ettiğimizi kimi zaman vermeyen/veremeyen bu düzende aklıma Olivia Rodrigo’nun Brutal şarkısından bir söz geliyor.
“'Cause who am I, if not exploited?” yani “sömürülen değilsem, neyim?” diye soran Rodrigo’ya el sallıyorum.
Son iki senede, bazı şeylere naif yaklaşma alışkanlığımı azalttım. Paylaşacağım, evet, ama bana haksızlık yapan ve arkamdan konuşan ile değil. Destekleyeceğim, evet, ama bana göre işini severek ve düzgün yapanları. Ve devam edeceğim, evet, çünkü yaptığım şeyi seviyorum. İnsanlık için küçük benim için çok ama çok büyük bir adım olan bu çevrimiçi rakı sofrasına inanıyorum. Newsletter ve minik yayınların önemli olduğunu düşünüyorum; farklı sesler, görüşler ve içerikler dünyamızı renklendiriyor. Türkiye’de bunu yapıyor olduğum için de heyecanlıyım. Birçok farklı şapka takabilmek güzel. Sadece kendime verdiğim bu 1,5 senede ne kadar büyütebileceğimin gerginliğini yaşıyorum — bu da çok normal.
Balık demişken — aklıma Marcus Pfister’ın Gökkuşağı Balığı kitabı geliyor. Yakın zamanda birkaç kişinin bu kitabın sosyalist propagandası olduğunu savunduğunu okudum (hahahskbfsdha güldüm) ama bence en basitinden gökkuşağı balığının hikayesi alçak gönüllü olmak ve paylaşabilmek üzerine. Bu da değerli bir mesaj. Renkli parlak pulları olan balığımız, kendini üstte görmeyip, elindekileri paylaştığında çevresinde çok güzel bir arkadaş grubu olduğunu öğreniyor.1 Sanırım iş hayatımızda da (ya da genel olarak hayatta) bu felsefeyi içselleştirebilirsek; paylaşabilirsek, üstün görerek ezmeye çalışmassak, elimizdeki gücü, iyi çalışmayan sistemleri devam ettirmek yerine düzeltmeye yöneltirsek, güzel okyanusumuzda mutlu balıklar olarak yüzebiliriz.
Sara sara sarmaya sarmak
Sarma yerken neden duramıyorum? Aslında sanırım buradaki daha önemli soru beynim sarma yerken nasıl bir anda bu ülkenin durumu ne olacak, ‘ben ne yapıyorum ya?’ gibi sorulara sarıyor.
Tencerede duvar gibi sıra sıra dizilmiş sıcacık et sarmaları ve üstündeki küçük salça damlalarını görünce duramayan ben, bir baktım tencerenin yanına, elimde küçük bir tatlı çatalıyla oturmuş, leblebi gibi etli sarma yiyorum. Daldım gittim, düşünüyorum. Etli yerine zeytinyağlı sarma tercih edenlerden, ülke içindeki kutuplaşmaya kadar giden bir düşünce yolculuğundan dönüp dünyaya geri ayak bastığımda bir baktım, ilk sıra bitmiş.
Sarma yerken neden duramıyorum? Aslında sanırım buradaki daha önemli soru beynim sarma yerken nasıl bir anda bu ülkenin durumu ne olacak, ‘ben ne yapıyorum ya?’ gibi sorulara sarıyor. Cevabı bu bültende; 20’lerimdeyim. Hayat benim için açılmamış kapılar, cevaplanmayan sorular, çok fazla potansiyel ama bir o kadar da bilinmeyenler ile dolu. Diyebilirsiniz ki, ‘e Yasmin bu sadece 20’li yaşların problemi değil, herkes böyle.’
Tamam belki de haklısınız ama şimdi şöyle bir düşünürsek; 30’luk rakı var mı? Yok. 60’lık var mı? O da yok. Benim kesinlikle doğru (!) ve karşı gelinemez teorime göre rakı boyları ile insanların varoluşsal krize girdikleri yaşları tutuyor.
20’lik — Evlenip çocuk sahibi olmanın da normal, aile evinde işsiz bir şekilde oturmanın da normal olduğu, tuhaf bir geçiş dönemi 20’li yaşlar. Üniversiteden ayrılınca, ‘şimdi ne yapacağım?’ sorusunun kafamızı kurcalaya kurcalaya bozduğu enteresan ve varoluşçuluğun yapı taşlarının oluştuğu bir yaştayız. Belki bu yüzden Nietzsche, Sartre, Kierkegaard ve Kafka gibi varoluşçuluk ile damgalanan düşünür ve yazarlar 30-40’lı yaşlarında en ünlü varoluşçuluk eserlerini çıkarıyorlar.
35’lik — ‘yaş 35 yolun yarısı’ diyen Cahit Sıtkı Tarancı orta yaş bunalımındaydı belki de. Eskiden 35 olduğu düşünülen orta yaş günümüzde 45-60 yaşa kadar çıktı. Belki rakı boyları dönemimizde belirlenseydi 35’lik dediğimiz 45’lik olacaktı kim bilir?
50’lik — Hayatta neleri yapıp yapamadığının bilançosunun çıkarıldığı ama umudun da olasılıkların da tükenmediği bir dönem.
75’lik —Artık camın yanında belirlenmiş rahat bir koltuktan keyif alınan ve yapılanlar ile yapılamayanlar ile uzlaşmanın önemli olduğu bir dönem.
100’lük — 100’lük rakıyı varoluşsal bir boy olmaktansa bir kutlama boyu olarak görüyorum — tabii Kenan Doğulu’nun (ya da Ajda Pekkan’ın) da dediği gibi her yaşın bir güzelliği var ve hepsinin değerini bilerek kutlamamız lazım. Ama 100 yaşına geldiysen bırak kederi, sorgulamayı, aç o rakıyı kutlamak için. Dök dublelerce, buzlu buzsuz ve hayata iç!
Neyse biz kendi yaşımıza dönelim… 20’lik deyip geçmeyin, alın işte bu haftanın örneği Amanda Gorman.2 46. ABD Başkanı Joe Biden'nın yemin töreninde şiir okuyan ve en genç şair olarak tarihe geçen Gorman. 23 yaşında olduğunu duyduktan sonra ‘neyse benim de bunun kadar havalı ve başarılı bir şey yapmak için 1 senem var diye düşündüğüm’ ama sonra 98’ doğumlu olduğunu gördüğüm, harika, yetenekli şair. Amerika’yı bırakın, tüm dünyayı sarstı ve herkese ilham verdi. Şimdi ise IMG Models ile bir modellik kontratı var. Ne mutlu ona, bize, hepimize!
TBT (throwback thursday) kanalımızda, 20’liğin arşivine dalıyoruz. ‘Sara Sara Sarmaya Sarmak’ adlı yazımız, 20’liğin 29 Ocak 2021 sayısında yayımlanmıştı.
Evet! 20'lik artık podcast formatında da sizlerle. Her ayın ikinci perşembesi sizlerle buluşacak bu podcast serimizde, 20'lik yazarlarımızdan biri ile oturup yazıları üstüne konuşacağız. Güleceğiz, eğleneceğiz ve yazının arka planına bir ışık tutacağız. Giriş müziği de bir sonraki bölümde sizlerle. Yavaş yavaş ilerliyoruz :p
Yorumlarınızı, önerilerinizi bekliyorum. Stüdyolarını açan Postane’ye de buradan çok teşekkürler!
🐟 Bu hafta balıklar ve üretme motivasyonu üzerine düşündük. Aynı zamanda 20’liğin arşivine daldık. Bir de, 20’lik podcasti tanıttık.
🍷Haftaya yeni bir serimizin tanıtımı var! tabukamu işbirliği ile çıkardığımız Ailemizden Duymadıklarımız’da flört kültürü mü dersiniz, seks 101 mi dersiniz…Ne ararsanız var. Aynı zamanda Dün Gece adında bir kanalımız vardı. Hatırladınız mı? O da geri geliyor!
💌Çevrimiçi rakı soframız olan 20'liğin Instagram hesabını buradan takip edebilirsiniz. Artık TikTok’umuz da var, bekleriz.
💬Bu sayımızla ilgili yorumlarınızı, düşüncelerinizi bekliyoruz! Aşağıda buluşalım.
✨O zaman haftaya aynı saatte diyelim mi? ✨
Şerefe!
💕 Yasmin 💕
Bu kitabın daha uzun bir analizini yapmayacağım ama küçük bir not düşmek istiyorum. Her “parlayan” özelliğimizi illa ki herkes ile paylaşmamız gerektiğini düşünmüyorum — ama bizi ayırt eden ya da ‘özel kılan’ özelliklerimizin bizi egosit ve üstten bakan bir pozisyona koymaması gerektiğini savunuyorum.
Evet, bu sayı yazıldığında Amerika’da Trump’tan kurtulmanın sevinci vardı. Joe Biden’ın yemin töreninde de böyle genç birini sahnede görmek herkesi heyecanlandırmıştı.